15 Nisan 2018 Pazar

Avrupa’da Kadın Olmak

Malumunuz Avrupa’dayız. Kampta iken Eve çıkma hayalleri ümidimizi diri tutuyordu. Hayatımızın düzene gireceğine olan inancımdan dolayı erişmek istediğim hayata heves ediyordum. Kendimce hedefler belirliyor ve planlı bir hayata yelken açacak olmanın heyecanı ile doluyor dopdoluyordum.

Gel gör ki öyle olmadı. Artık evdeyiz ve kendimize ait bir mutfak sahibi olmak tüm hayallerimi baltaladı. Diyet yapmak zorunda olan insanların bir çikolata paketine ellerinin uzanmasıyla tüm çabaların bittiği yerde ben de sahip olduğum mutfakla tüm planlarımı sonlandırmış oldum. Hergün ne yesek telaşı ve tam bir yıl süren mutfaksız yaşam şimdilerde mutfaktan çıkmama ile sonuçlandı.

Bu işin evdeki tarafı. Bir de dışarıdaki yaşama bakalım. 🤔 Oturum alıp eve yerleşen her insan bir şekilde dil öğrenmeye çalışıyor. Çünkü üç üniversite de bitirseniz yerel diliniz yoksa hiçbirini kullanamıyor ve hayata adapte olamıyor ve en kötüsü de işe yaramıyorsunuz. Öğrenmenin en iyi yöntemi ise bir dil kursuna gitmek. Bu sebeplerden ötürü artık ben de öğrenciyim. Her gün sabah 6.30 da kalkıyor, çocukları hazırlayıp onları kreşe bıraktıktan sonra tren istasyonunun yolunu tutuyorum. Mütemadiyen uykusuz başladığım günlere hep yenisi ekliyorum. Buradaki Kadınların hemen hemen yarısının hayatı benimki ile aynı. Fakat bakış açılarımız çok çok farklı.
Ben TEK’im deyip, içten içe DNAma kadar işlemiş Doğu kültürünün acıdan beslenen şekliyle derdime yanıp hep mağduru oynamaya çalışsam da benimle aynı durumda olan yereldeki Kadınlar Tek aile olarak iş hayatlarına da devam ediyorlar. Hayatın her alanında faaliyet gösteriyorlar. Boya işinde ehil, dışarıda yaprakları ve çöpleri toplayan, parkları temizleyen, otobüs ve taksi şöförlüğü yapan, kışın karları küreleyen (temizleyen) evde çocukları için yün çorap ören Kadınlar hayatın her alanında aktifler. Eve girince iş kadını rolünü paltosu ile askıya alan bu Kadınlar sorumluluklarını biliyorlar. Çocuklarına ise günlük plan dahilinde iyi insan olmaları İçin iyi annelik modeli uygulayan bu Kadınlar bana da rol model olarak hayata olan adaptasyonumu kolaylaştırdılar.





14 Nisan 2018 Cumartesi

Yalan yok, Dosdoğru Yaşıyorlar

Karşı komşum 70 yaşlarında. Sabahları 05:30 da sabah postasını kutudan aldığına şahit oluyorum. Bu ülkede erken kalkmak hayatın içine adapte edilmiş çok doğal bir durum.

Evlerde televizyon var fakat neredeyse hiç açılmıyor.
Saat 22:00 den sonra tüm ülkede ses yapmak yasak.
Alışveriş  merkezleri genelde saat 18:00 de kapanıyor.
Çocuklu anneleri saat 17:00 den sonra sokakta neredeyse hiç göremiyorsunuz. Yedir içir yatır faslı bitimi çocuklar genellikle 20:00 de yatmış oluyorlar.
Sabah 06:00 dan itibaren dışarıda işe ve okula gitmek için yol alan insanları görebiliyorsunuz.
Bebekler neredeyse hiç ağlamıyor. Dışarıda çocuğuna kızan bir ebeveyne rastlanmadığınız gibi çocukların da birşeyler için ısrar ettiğine şahit olmuyorsunuz.

İlk geldiğimizde palyaço evine 🤡 davet edilmiştik. Onlarca palyaço gösteri yapmış bağış toplamışlardı. Program bitip satılmayan muzlar ücretsiz ikram edildiğinde ise tepsiyi tutan palyaçonun elinde bir sürü muz kalmış olmasına ve tek tek herkese teklif edilmesine rağmen hiç bir çocuk 🍌  almak için heveslenmemişti. Bunun yanı sıra benim çocuklarım hergün muz yemelerine rağmen iki ellerini de muz ile doldurmuşlardı. Hatta küçük oğlum ben bunu istemiyorum başka muz diye ısrar etmiş, kızım ‘bir tane daha bir tane daha’ diye ağlayarak elindeki muz 🍌 bitmeden tutturmaya başlamıştı.

Bu ülkede çocuklar da kurallara uymak zorunda.. Salıncakta sıra beklerken ağlasa da, alışveriş merkezinde almaması gereken birşey için tuttursa da anneler kesinlikle kurallardan taviz vermiyor. Çocuklar dağıttıkları şeyleri anneleriyle  topluyor ve nasıl buldularsa öyle bırakıyorlar.


Cimnastiğe gittiğimiz birgün büyük çocuklardan biri kızıma sataşmış sonunda da kızımın kolunu sıkmıştı. Kızım ağlaya ağlaya yanıma geldiğinde çocuğun annesi de kızımı teskin etmek için yanındaydı ve özür diledi. Aradan geçen bir müddet sonrasında oğlunu da ikna etmiş ve oğlu kızımdan özür dilemişti.

Hatayı telafi etmek için azami gayret gösteren bu insanlar yuvarlak ifade kullanmıyor ve doğru bir hayat yaşıyorlar. Erken kalkıp erken yatıyor dış etkenleri amaç etmeyip araç olarak kullanmaya devam ediyorlar.

ve sanırım en önemlisi..

Bunlar yapılırken hiç din vurgusu yapılmıyor. Yalan söylemiyorlar.




13 Nisan 2018 Cuma

135 cm Oto Koltuğu

İkizlerden kız olanın kaç gündür ara ara dişi ağrıyordu. İkna edemediğim için doktora götürememiştim. Ama öğretmenimiz de ‘bugün dişi ağrıdı, doktora götürmelisiniz’ dedikten sonra artık vakti geldi diye düşündüm. Telefonla aramak en mantıklısı fakat öyle sorular geliyor ki konuşma hızına yetişemediğimden ve dilim dönmediğinden (çünkü yerel dili tam anlamıyla konuşamıyorum) cesaret edip arayamadım. Ertesi gün kurs çıkışı koşa koşa diş hastanesinin yolunu tuttum. Hastaneden aynı güne randevu alabilmenin sevinciyle arabaya atladığım gibi işlerimi halledip çocukları almaya kreşe gittim.

Kızım bir taraftan ağlıyor, haliyle dişçiye tedavi olma korkusunu yenemiyordu. Diğer taraftan küçük oğlan durmuyor onu meşgul edecek bişeyler aramaya çalışıyordum. Büyük ise pazarlığa başlamış ben de odaya gireceğim diyordu. Hastanede herkes bize bakıyordu. Tam ortaya karışık salata modunda hastanede beklerken sıra bize gelmişti. Dört kişi dişçi odasına girmiştik. Asistanla birlikte 6 kişi odada idik. Kızımın ağlama seviyesi iyice yükselmiş ben oturmam demeye başlamıştı. Çocukların eline tableti verip dikkatlerini videoya vererek kızıma odaklanmıştım. İkna etmek için epey dil döktükten sonra elini hiç bırakmadığımdan tümü gözümün önünde cereyan eden küçük bir dolgu operasyonu ile diş problemimiz hallolmuştu.

Çıkışta onlarca pazarlık yapılmış cips, çikolata, süpriz yumurta sözleri verilmişti. Arabaya binerken her zamanki uyarılarımı yapmış oturmaları ve kemerlerini takmayı unutmamaları gerektiğini söylemiştim. Henüz yola çıkmştık ki polis arabasının içindeki beyefendi ile gözgöze geldik. Sanırım bizi çok sevimli buldu ki takip etmeye ve sinyal göndermeye başladı. Kısa bir müddet olanı biteni anlamaya çalıştım. Anladım ki bu sirenler bizim içindi. Sağa çektim. İner inmez ilk ikaz yapıldı ✅ ‘eğer arkanızdan sirenlerini yakmış polis arabası görürseniz lütfen arabanızı durdurun.’ Ne demek efendim hayhay diyecek takati kalmayan benin eli ayağına çoktan muhalefete başlamıştı bile.. içten içe tür tür titriyordum.

Önce sürücü belgesi sonra çocukların kimliğine baktılar. İkinci ikaz geldi

✅ Çocuklar bizim için önemli, kemerini bağlayıp oturmalılar, yükseklik 135 cm değil. İki tane daha oto koltuğu almalısınız. Bu şekilde yola devam edemezsiniz..

İçimden ‘ne yani bunca stresin sebebi oto koltuğu mu?’ desem de gafil yakalanmıştım. Haklıydılar. Temsili olan hiçbirşeyi kabul etmiyorlardı. Standartlar Avrupa da uymak İçin vardı. Yani Avrupa’da Avrupa strandartları geçerli idi. Polis 👮‍♂️🚓🚔 çocuk güvenliğine önem veriyor oto koltuğu gerekliliğini söylüyordu.

⚠️ Şimdi ceza vermiyoruz uyarıyoruz. Eğer kemeri çıkarırlarsa yola devam etmeyin. Hemen oto koltuklarınızı alın. En sonunda da çocuklarla konuşan polisler yolculuk esnasında kalkmamaları gerektiğini aktardı.

Teşekkür edip ayrıldığımızda dizlerimin bağı çözülmüştü. Hemen bir U dönüşü yapıp Annica’nın yanında soluğu almıştık. Süperwomen Annica elime bir kağıt tutuşturup bugün saat18:00-19:00 arası ücretsiz ikinci el pazarı var. Oradan bakabilirsiniz dedi. Yine bişey anlamamıştım. Neden ücretsizdi, bugüne nasıl denk gelmişti?

Söylenen saatte söylenen yere gittiğimde beni bekleyen bir oto koltuğuna anne şefkatiyle öyle bir sarıldım ki o an tüm sıkıntım bitti. Hatta içerideki ücretsiz oyuncaklardan üçer beşer alan çocuklarım evin yolunu tutarken cennetten alış veriş yapmış gibi çok çok keyifli idi.

Ertesi gün ise kapıya bir oto koltuğu bırakılmıştı. Sevgili Annica, Sevgili Kataya haber vermiş, yaşananları hiç dile getirmeden sorun çözen arkadaşlarımın ikiside birer adet oto koltuğu getirmişti. Onlar  sayesinde 0 € karşılığında iki gün içinde 4 adet oto koltuğumuz olmuştu.

Ülkemdeki polislerin muamelelerinden dehşet hissine kapılan ben şimdilerde yerleştiğimiz Avrupa’nın bir güzel ülkesi ve küçük bir şehirde polisleri görüp onlara selam verebilecek olmanın heyecanı ile gün sayıyorum.


12 Nisan 2018 Perşembe

Çılgın Türkler - Sakin Avrupalılar!


Bu ülkeye geldiğimde en ihtiyacım olan şey benimsenmekti. Hani Türkiye’de Suriyeli olan yurdundan yuvasından çıkarılmış insanlara bir bakış açımız vardır ya, heh işte ondan bahsediyorum. Çünkü (yıllarca öğrendiğiniz doğrular doğrultusunda) yaptığınız Avrupa insanına göre küçük bir yanlış hareket karşısında yerli halktan aldığınız olumsuz bir tepki sizi inanılmaz derecede etkiliyor ve hemen çaptan düşüyorsunuz.

Bana ise hep tam tersi olmuştu. Üç çocukla kütüphaneye gittiğimde çocuklar bir o yana bir bu yana gidip ses yaptıklarında bile dert etme diye gülümseyen insanlarla karşılaştım. Kaç kere ‘sorry’ dediğimi bilmesem de aldığım cevap hep güler yüzlü bir ‘no problem’ oluyordu.

Sevgili arkadaşım Hostes Kata iki ay uçuşunun olmadığını Çarşamba günü bizi misafir etmek istediğini belirten bir mesaj yolladı. Hayatım boyunca ağırdan almayı bilmeyen hızlı ben tam iki dakika sonra cevaben gülücükler dolu bir mesaj yollamıştım. ‘Ok, at what time?`

Kampta stajyer iken tanıştığım Kata kendimi en çaresiz hissettiğim anımda sırtımı sıvazlayan  Kadındı.. ve şimdi bizi evine davet ediyordu. Evine giderken acaba nasıl bir yerde yaşıyorlar diye düşünürken arabayı park etmek için garajına girdiğimde anladım ki ülke standarlarının üstünde bir aileye misafir oluyorduk.

Kata Güler yüzle bizi karşıladı. Yaşça benim çocuklarımdan büyük üç çocuğunu bizi selamlaması için salona davet etti. Getirmiş olduğum çiçekler için memnuniyet ifadelerinin yanında yüzündeki tebessüm, çiçeğin eve baharı getirmesi gibi zihnime de baharı davet etti.

Çocuklarımın önüne bütün oyuncaklar serildi. Hatta Kata’nın güzel kızı çocukların seveceğini düşündüğü üst kattaki odasına çıkarak hepsini getirdi ve birlikte oynamaya başladılar. Küçük Hamster 🐹 ile tanıştırdı. Yemek Faslı’na geçtiğimde şaşırsam da doğrusunun bu olduğunu yıllarca bilmeme rağmen uygulamadığım bir hakikatle yine yüzyüze geldim. Fırında Krep (kremalı mantarlı) Tatlı olarak yine krep üstüne krema çilek ilaveli. Yanında içecek ☕️ çay. Hepsi bu kadar. Kata sonrasına piyanosu ile bize çocuk şarkıları çaldı ve birlikte söyledik.

Dolu dolu geçirdiğimiz iki saatin ardından müsade istediğimizde ise çocukların Doğum günü ve Paskalya bayramına atıfta bulunarak çocukların eline hediye paketleri tutuşturuldu. Ayrılıp sarılırken ise yutkunup Kata’yla konuşmakta zorlanırken sadece Thank you very much diyebilmiştim.

Sanki o gün Kata bize dünyayı bağışlamıştı.

Diğer hafta Linda ev görmeye iki oğlu ile gelmiş ve  evimize ilk kez misafir olmuştu. Sözleştiğimiz saatte kapıdalardı. Annica bizi yine yanlız bırakmamıştı. Linda çocuklara 🎁 oyuncaklar almış, ev için de adetleri üzere bolluk bereket sembolü taze ekmek ve tuz getirmişti.

Adetlerimiz üzere Envai çeşit yapmış olduğum yiyeceklerle Türk misafirperverliği gösterme gayretinde olsam da hepsinden birer kaşık veya birer adet alarak hiçbir yemeğin hatırını bırakmamış hepsinden sadece tatmıştı. İki saat boyunca çocuklar oynadı ve tam iki saat sonra müsaade isteyip iyi dileklerle ayrıldılar.

Bu hafta sonu Türkler arası kaynaşma yemeğimiz 14:00-17:00 arasında idi. Ben dahil hepimiz saat 15:00 e doğru lokantaya gelmiştik. Yiyip içerken farkettiğim şey açık büfe mantığı ile aldığımız yemekleri bitiremememiz olmuştu. Konuşmalara doyamamıştık saat 18:30 sularında tüm masaları birleştirme kararı almıştık. Lokantadan Saat 20:00 🕗 de ayrılmıştık. Samimiyetimizin fotoğrafları çekilirken birden aklıma Avrupa misafirliği geldi.

Sanırım biz Türkler çok iyi halay çeken folklorik figürlerde başarılı ve hareketli çılgın Türkleriz.
Avrupalılarda tango ve vals gibi iki kişinin estetik hareketlerle birbirlerine uyum sağlayarak sergiledikleri danslarda mahirler..

Vakit israfını çözen Avrupalılardan İslami yaşam adına öğreneceğimiz çok şey var.


27 Mart 2018 Salı

Turkish Airlines ✈️ (Bir Logo Hatırası)



Dil kursu bugünlük bitti. Dersten çıkıp her zamanki tempolu yürüyüş modumda hızlı adımlarla tren istasyonunun yolunu tutuyorum. Trende gecikme yok. İki dakika daha bu soğukta ayakta bekleyeceğiz düşüncesiyle bir o yana bir bu yana kısa yürüyüşlerle yüzüme vuran ayaza meydan okuyordum ki tam o sırada bir uçak havalandı üzerimden. Hızlıca süzülürken üzerinde gördüğüm Turkish Airlines logosu yaşadığım andan beni kopardı. Kısa süre uçağa el salladıktan sonra bulunduğum düzlemin farkına vardım. Uçak gözden kaybolurken bana da içinde birazdan kaybolacagi bulutlardan birini hem de içi binbir düşünce dolu bir ⛅️ ⛅️  ⛅️ kümesini armağan edip hızla süzüldü.

Önce bir yılı aşkın süredir memleketime gidemediğim ve uzuun bir süre daha gidemeyeceğim duygusu çöreklendi. Sonra her tür belalardan ve kötülüklerden korunmak için kalbime ördüğüm ve ‘dik duruş’ ismini verdiğim çelikten telin tüm dikişleri o an bir bir söküldü. Çocuklarımın kahraman 💪🏻  annesi olabilmek için ne yaşarsak yaşayalım bir yıldır ağlamıyordum. Bunun yaninda vicdanımla anlaşmış ve ona da dik durma sözü vermiştim. Ama tamamen irade dışı gerçekleşen bu olay ile ‘game over’. 🎶 Belki kuşlar geçer üstümüzden 🎵kanadından bir tüy düşer 🎶  şarkısının ümidini içten içe yaşarken beni buraya getiren uçak üstümden uçup gitmişti. Kalbim ve ben başbaşa kalakalmıştık. ve artık gayri iradi ağlama vaktindeydim.

Uçak giderken bana armağan ettiği, düşünceler 💭 içeren bulut topluluğu puf puf zihnime dökülmeye başladı.

İçinde ne var? Yine mi Kadınlar.. 🤦🏻‍♂️evet yine Kadınlar.. 🤷🏻‍♀️İçinde hayatın devamını sağlayan kadınların hikayeleri.. Bir de devam eden hayatı yaşayan kadınların hikayeleri.
Hayat onlarla dövüşse de yaşadığı ve hak ettiği hayatı kazanmaya odaklanan Kadınlar.

Kendi nasibim burnumda tüten hicreti yaşamaktı. Her gece baba 👨‍⚖️ , anneanne 👵  ve Türkiye 🇹🇷 hasretini dile getiren çocuklarımla oyunlar oynayıp özlem duygusunun yerini mutluluk duygusu ile değiştirmeye çabalıyordum. Ama başka Kadınlar benim kadar şanslı değildi.. Çöpten yemek toplayan, hastanede kayıt yaptıramasa da çocuğunu tedavi ettirmenin yolunu arayan, maddi sıkıntıları ile boğuşurken birşeyler üreterek para kazanmaya çalışan yani perde arkasında ne yaşarsa yaşasın karınca gibi boş durmayıp hayatı devam ettiren Kadınlar.. Silivri yolunda eşini ziyarete giderken binbir ümitle enerji depolayan ve tüm enerjisini sevdiği eşine boca edip bir yanını cezaevi görüşünde bırakıp dönerken eli kolu kalkamayacak kadar kötü olsa da 10 saat yolculuk yapıp eve döndüğünde evlatlarına sarıldıktan sonra mutfağa girip yemek 🥘🥙 yapan Kadınlar. 

Bir de hayat arkadaşını kaybeden Kadınlar var. Toprağa giren eşiyle birlikte acısını da gömüp darmadağın olan çocukları için etten kemikten kocaman bir merhamet yumağına dönen Kadınlar. Onlar, içleri ocak’lar gibi kavrulurken etraflarını Gül bahçesi ıtriyat çarşısına çeviren 🧚‍♂️ 🧚‍♀️  sihirli değnekli Melek Kadınlar.

Kadınsan iş hep sana düşer. Savaşta dahi olsan açların karnını sen düşünür sen doyurursun. Sessizliği sen bozar ortamı sen değiştirirsin neşelendirir el çırpar, şarkılar söylersin. Kan senin için kızılcık şerbeti tadındadır. En ağır şartlarda bile yaşatmak için yaşamayı göze alırsın. Çünkü hayat Kadınla devam eder. 

20 Mart 2018 Salı

Patates Kızartması


Kampta kalmaya başladığımız ilk günler..Sabah kahvaltısı, öğle ve akşam yemeği saatleri çocuklar için eğlenceli vakitler olsa da benim için tam bir kabustu.


Yemek saati sadece 90 dakika ile sınırlı. Her ülkeden insanla kaldığımız bu kampta hepimiz yemek kuyruğundayız. Kimsenin dili, rengi, kıyafeti.. vs birbirine benzemiyor. Tüm insanların enerjileri ortada cirit atarken benim yavrularında enerjileri haliyle yemek saatinde tavan yapıyor.

Televizyonda çizgi film saatlerine de denk gelen geniş alanda çocuklar bir oyana bir bu yana cirit atarlarken başkaları rahatsız olacak düşüncesiyle bana hafakanlar basıyor.

Çocuklar yemek yemiyorlar sadece oyun oynuyorlar. Bazen de yemek istiyorlar ama ben helal değil düşüncesiyle yedirmiyor, yediremiyordum. Bazen de çok sevdikleri bir şey çıktığında tekrar tekrar istiyorlardı. Hele bazı zamanlarda oğlum kendini yerlere atıp patates kızartması istiyorum, makarna istiyorum dediğinde ne yapacağımı bilememenin çaresizliğini yaşıyordum.

İlk geldiğimizde bizi yemeğe almak isteyenler oluyordu. Çocuklar ne yer dediklerine tek isteğim vardı. Patates kızartması. Ve şimdi Yeni Asya Gazetesi’nden Nur o güzel gönlüyle cezaevinde kaldığı sürece yaşadıklarını bir söyleşi de anlattı. Çocukların patates kızartması istediğinden ve annelerin çaresizliğiden dem vurdu. Ana yüreği nasıl kavrulur böyle çaresiz kaldığı durumlarda bir bilseniz.. Bir de koğuşlarda ‘sus’ yiyerek büyüyen çocuklar var. Ne yapmak isteseler, ne yemek isteseler, ne söylemek isteseler sus pus olması istenen çocuklar..

25 kişilik koğuşta 40 kişinin kaldığı 38. 39. ve 40. bireylerin çocuk olduğu koğuşlar.. Gece ağlayan gündüz durmayan çocuklara tüm koğuşun sus diyen gözlerle baktığı o masum yavrular.. ve çaresizlikten iki büklüm Anneler..

Diğer bir tarafta hasret Anneler. Kimi yanına bir çocuğunu almış diğerini alamamış. Kimi tüm çocuklarına özlem duyuyor.

Kadınlar çocuklarına hasret! Çoğu akıl sağlığını kaybetmek üzere. Hasretle kavruluyorlar. Kendilerini teskin ettikleri yer alabiliyorlarsa sakinleştirici ilaçlar. Bir de secdeye akıttıkları gözyaşları..

Süpermen Akü

Geçtiğimiz cuma günü..

Bu sabah her sabah olduğu gibi yine uyuyamamış olmanın etkisindeyim. Saatler 06:20 yi gösteriyor. Kalk çocukları hazırla, hazırlan. Kreşe çocukları bırak. Tren istasyonuna yetiş vs günlük rutinimiz. Dil kursuna koşa koşa gittiğim gibi dönüşümde koşa koşa oluyor.. Bir sürü plan yapıyorum. Trene binip eve dönerken Zihni’mde çoktann arabada oturmuş gideceğim yerleri sıralayıp bir harita belirliyorum. Kulağımdaki önemli meseleleri dinleme aracı olan kulaklık 🎧 bile engel olamıyor hayal dünyamda 💭 seyahat etmeme. Yaşadığım an’a odaklanma problemim her daim var. Hergün böyle azizim! fakat zihinsel telaşım bugünkü yapılacaklar listemin kabarık olmasından da kaynaklanıyor.

Trenden indiğim gili hızlı adımlarla arabanın 🚘 yanında soluğu alıyorum. Anahtar düğmesine basıyorum. Çalışmıyor, bir daha bir daha.. Hayır anahtar da problem var diyerek daha bir ay önce ikini elden alıp kullanmaya başladığım arabaya girmenin yollarını arıyorum.. ve evet Bingo. Kapı kolunda üstünde anahtar işareti olan bir deliği buluyorum.

Arabanın içindeyim fakat araba ne yaparsam yapayım kılını kıpırdatmıyor.. Tüm bildiğim güzel kelimeleri arabaya boca ediveriyorum. ‘Hadi be güzelim. Bak sen bana daha emektar olacaksın. Beni yarı yolda bırakma...’ Ama nafile iç sesim gittikçe dışa doğru baskı yapıyor.. Artık deli modunda kendi kendimle konuşma vakti. Bütün işler bir kenara çekiliyor. En önemli mesele şu an arabanın çalışmaması. Gurbet elde kimi arasam diye düşünmüyorum anında Annica öğretmene bir mesaj yolluyorum.

😫 The accumulator is over..

Aradan geçen iki dk sonrası cevap geliyor.

I’m coming..

Ve hayatımıza bir melek 😇 olarak giren ve misyonuna devam ettiren Annica arabasıyla çıka geliyor. Arkasında kocaman bir minibüs onu takip ediyor. Melek Annica’nın Süpermen eşi bana yardım etmek için peşine takılmış. Çok etkileyici bir sahne. Cüsseli biri yapısı olan Jari’nin arabadan inişi bana Süpermeni hatırlatıyor. Gerekli tüm takım aletleri ile minibüsten iniyor. Anahtarları aldığı gibi aküyü şarj etmeye başlıyor.

Bu arada arabanın bir saat kadar çalışması gerektiğini öğreniyorum. Annica üç hafta önce birlikte gitmeyi teklif ettiğim alışveriş merkezine gidebileceğimizi söylüyor. Tüm planlarım suya düşmüşken Annica hepsini şaha kaldırıp çözüm üretiyor ve beni yanlız bırakmıyor. Yarım saat uzaklıktaki mağazaya giriyor ve almamız gerekenleri alıyoruz. Bu arada telefonum çalıyor. Haftada 1,5 saat bir devlet okulunda ders verebilir misiniz? sorusuna muhatap oluyorum. Cevabım Evet Evet Evet.

Bir önceki gecenin uykusuzluğunun etkisi, tüm planların suya düşmesi ve anahtarın etkisiz eleman rolüne büründüğü anda aslında benimde baterimin ibresi sıfırı gösteriyordu. Annica’nın Süpermen eşi ile problemi çözmesi, çözüm üretip alışverişe birlikte gitmemizin yanında tam da Cuma vakti gelen bu telefonla araba ile doğru orantılı bir daha asla sıfırlamama düşüncesiyle ümit akülerimizi doldurmuş oluyoruz.

6 Mart 2018 Salı

İnsanca Yaşa, İnsanca Yaşat

Geçtiğimiz cumartesi günü Annica Öğretmen mesaj yolladı.

Gitmek istediğin alışveriş merkezine saat 13:00 te gidebiliriz. Bir hafta önce ayaküstü yeni kurduğum evin eksik ufak tefek eşyaları için bir yer bulduğumu uzak olduğu için tek gidemeyeceğimi söylemiştim. Birlikte gidebilir miyiz? Sorusu sorduğumda  soru ile karşılık vermişti. Ne zaman? Bu soru karşısında net tarih vermeyip ‘next time’ diyerek her mesele gibi bu meseleyi de zihnimde ötelemiştim.

Ama Avrupalılar ötelemiyor..

Mesajın üzerine; tam da çalışmaya konsantre olduğum nadir vakitlerden birini yakaladığım İçin gelemeyeceğimi dil kursu derslerimi gözden geçirmem gerektiğini yazdım.

Annica bu! Yakamızı bırakmadı.

Gelen cevapla 😳 şok oldum.

O zaman aynı saatte çocukları alayım. Sen rahat ders çalış.✏️📃📑📄

Nasıl yani? Anlamadım dedim ve kendi kendime konuşmaya başladım. Çocuklarımı alacaksın. Çok sevdikleri kayak pistine götürüp orada üç çocukla nasıl baş edeceksin Annica? diye düşünürken mesaj olarak 👍🏻  çoktaaan ‘ok 👌🏻‘ göndermiştim.

Türk arkadaşlara yakın olmamanın eksikliğini hissederken Annica’nın  çocukların teyzesi Türk tabiriyle yarı Anne gibi davranması bulunduğumuz yerdeki en büyük konforumuzdu.

Bir de Kata var.. Gerçekten deli bunlar..

Çocukların kreşe götürülmesi imkansız olunca ikinci el bir araba almak farz olmuştu. Kerim beyin aracılığı ile bir araba sahibi olmuştum. Fakat bir dizi prosedür beni bekliyordu. Arabanın devri, muayene, Kredi kartımın olmaması sebebiyle elden para ile ödeyebileceğim bir benzin ⛽️ istasyonu bulma ihtiyacı.. vb bir takım yapılması zorunlu işler yumağı. Malın mı var derdin var diye düşünürken Kata’nın Wietnam uçuşunda attığı mesaj geldi. ‘Ben yine bir uçuştayım. İhtiyacınız olduğunda lütfen iletiniz. Gelince hallederim. Acil ise size yardımcı olacak birilerini bulmaya çalışırım.’

‘Bana ne senden’ diye geçirdim içimden.😏🤔 Türkiye’de de hep bu soru geçerdi içimden. Öyle sorularla muhattap olmuştum ki 15 Temmuzdan sonra. Ya ben akılsız olmalıydım. Ya da karşı taraf aklını kullanmıyordu. Memlekette üç çocukla sözde darbeyi izlemiştim. Bir kaç ay sokaklarda İnsanların naralar atıp kan, bedel istediklerine şahit olmuştum. Akrabalarım, yakın çevredeki İnsanlar şahsıma yönelik sorular sordukça bunalıyordum.

O günler aklıma geldi şimdi de Kata yakamı bırakmıyordu.

Sevgili arkadaşımla geldiğinde önce bir benzin ⛽️ istasyonuna gittik. Pompacı aradı gözlerim. Burada çaycı ve turnikelerden geçerken güvenlikçi olmadığı gibi pompacıda yoktu. Kendimiz depoyu doldurduk ve büfeden ödemeyi yapıp ayrıldık. Aradan geçen bir vakit sonra Kata tüm
 araştırmaları yaptı ve araba devir işleminin nerde yapıldığını öğrendi. Artık bu işte tamamdı.

Eve dönerken etrafımda dönen bu iki meleğin sadece İNSAN olduğum için verdikleri bu destek bende öğretiler yumağı olarak kaldı.

Evlatlarıma bırakacağım en güzel mirasın ismini keşfettim. Egoistleşmeden kendinle rahat yüzleşmenin sırrı;


İnsanca yaşa
İnsanca yaşat

25 Şubat 2018 Pazar

AYNALAR

Kamptan ayrılırken son bir işim daha vardı yapmam gereken. Almam gereken küçük bir ödeme kalmıştı. Kamp yetkililerinden Jutta bir mesaj gönderdi. “Alacağınız için kampa gelebilir misiniz?” Beklenen gün geldi çattı. Ayaklarım geri geri gitse de kampa gidecektim.

Sabah, yola çıktığımda içimde bir daralma hissettim. Yolda yavaşça yürürken kampta geçirdiğim günleri düşündükçe içim daha da daraldı. Kamp yerine vardım. Etrafı izlemeye başladım. İçeri girerken ilk geldiğim günün ağırlığı düşmüştü yine üstüme… Bir yılımı geçirdiğim kampa girerken yine yoldaki anılar fırtınasının içinde kalmıştı gönlüm. Yavaşça içeri girdim. Yine Arap komşum yerleri paspaslıyordu. “Sıra ona gelmiş demek ki…” dedim içimden. Onu izleyerek yanından geçerken paspas yaptığım zamanlar geldi aklıma. Gönlümde bir daralma daha…  Paspas yapmak bir insana bu adar mı ağır gelir. Bana gelmişti…“Bereket versin ki kamp hayatım bitmişti.” Dedim içimden…


Herkese selam vermeden gitsem olmazdı. Oradaki insanlarda benimle aynı kaderi yaşıyorlardı. Hepsi ülkesini aynı sebeplerden olmasa da benzer sebeplerden terk etmek zorunda kalmış, burada mülteci kampında hayatlarını idame ettirmeye çalışıyorlardı. Afgan, Pakistanlı, Arap ve daha nice milletten insanlar. Tek tek selam verdim. Gözlerindeki sevinci görmek bir an olsun beni mutlu etti. Bir yılım bu insanlarla geçmişti sonuçta. Elemi gitmişti bir nevi lezzeti kalmıştı.  Çamaşır makinesinin olduğu yerden yürümeye devam ettim.  Afgan Kadınlar yine sıra kavgası yapıyordu. Sanki makine, bir yıkamadan sonra ellerinden alınacakmış gibi tartışırlardı her defasında.

Ben yürümeye devam ettim. Jutta’nın odasına geldiğimde selam verip içeri girdim. 10 dakika süren işlem sonrası kamptan kendimi son kez dışarı attım. Rüzgârın da verdiği destekle hızlıca oradan uzaklaştım. Özgürlük… Nefesimde uzun bir soluk olmuş beni geleceğe sürüklüyordu.

Peki, gelecekte ne vardı?

Gelecek gizemli bir zaman dilimi insanoğlu için. Tolstoy’un da dediği gibi insana yarını verilmemişti. Ne olabilirdi gelecekte? Ancak düşüncede kalmış olan şeylerle tahminde bulunur insanoğlu. Bazen ümit aşılar bu düşünce insana bazense evham yüklü bulutları taşır gökyüzüne. Peki, kamptan son kez ayrıldığımda benim gelecek tasavvurumda ne vardı?
   
Sanırım sadece kocaman bir yüzleşme! Kendimle yüzleşme… Yüzyıllardır insanoğlunun kullandığı bir materyalle olacaktı tabi ki… Ayna... “Ayna ayna söyle bana kimim ben” diyecektim. Aynalar yalan söylemezdi. Bundan belki de kamptan çıktığımdan beri aynalara bakmaya başlamıştım. Her aynaya baktığımda ben vardım ayna da ve ayna bana beni anlatıyordu sanki. Bazen aynalara öyle dalıyordum ki çocuklarımın dikkatini çekmiş bu. Ben aynaya bakarken çocuklar gelip komiklik yapıp gidiyorlardı. Demek ki onlardan şimdilik yardım isteyemeyecektim. Yüzleşme benden bana olacaktı. Evet, insanın yapacağı en zor şey ne dediklerinde “kendisi ile yüzleşmesi” demiş erenler… Aynalar bana olduğum gibi beni anlatıyordu. Artık hakikati anlamaya başlamıştım ve bu beni ürkütüyordu.

Aynalara bakarken neler geçmedi ki aklımdan, gönlümden… İnsanın kendisi ile yüzleşmesi gerçekten zormuş derken kelimeler dökülmeye başlamıştı dudaklarımdan…

- Bir despot rejimin acımasız çarkları arasında yitip giden hayat hikâyeleri... Canların pazara çıktığı ve sefirleştirdiği hikâyeler...

-Artık birlikte yürüdüğümüz arkadaşlarımızın sessizliği yüzünden önümü de göremez haldeyim.

-Her yerden Soykırım haberi geliyor. Bitecek diye beklediğimiz zulüm artarak devam ediyor. Önüne geleni yutuyor da yutuyor…

-Biz bize düşeni ağır aksak, kırık dökük, azdan çoktan ama tamamen plansız bir şekilde yürütmeye gayret ediyoruz...

-Bu haliyle düşmanı kendimize güldürdüğümüzü bilsem de elimden ne geliyorsa yapma gayretinde ilerleyeceğimi bir grup gönüllü ile ilerleyeceğimizi biliyorum.

-Orda bir zulüm var uzakta ve bizler Özgürlüğün sarhoşluğunda kalamayız.

-Biz okurken dayanamayıp artık twitterda takip etmeyeceğim kararı alıyoruz.

-Ne hayatlar var. Değil cezaevine girip İşkence görmek hayatta kalma mücadelesi ile pençeleşirken evlatlarını da düşünmek zorunda kalıyor. Can veriyorlar. Ailecek inim inim inliyor ve bu halde bile duruşlarından taviz vermiyorlar...

-Ve biz özgürlüğü tadan talihliler! Ardından baktığım aynalar bana bu düşünceleri haykırdıkça dayanılmaz bir hal alan ruhumun ızdırabı bir dağ başına çıkmak ve avazı çıktığı kadar hakikati haykırmam gerektiğini söylüyordu. Üstad Necip Fazıl;
“Beklemeyin gelemiyorum
Aynalar yolumu kesti derken ki ızdırabını şimdi daha iyi anlıyordum.

- Talihli olduğumuz için değil talihsizce nasibin keyfimize dokunmasınlar kısmında olduğumuz için  aynalarda kendimizle yüzleşmeliyiz… Başkasına değil kendimize yanmalı ve mümkünse kendimize ağlamalıyız...



Gibi birbirinden bağımsız cümleler dökülürken ağzımdan bir yandan kendimle yüzleştiğimi anladım. Zordu… Ama yapmaya devam etmeliydim. Gelecek elbet bir gün gelecekti. Ama ben kim olduğuma karar vermeliydim. 

19 Şubat 2018 Pazartesi

EY AHALİ! Duyduk Duymadık Demeyin..

Türkiye’deki arkadaşlarınız çöpten yiyecek topluyor.

Hamile Bayanlar  kontrol için hastaneye bile gidemiyor ve  sonunda doğum evde gerçekleşiyor..

Elektrik faturasını ödemedikleri için karanlıkta kalıyorlar.

Uyuşturucu verilerek itirafçı olmaya zorlanırken, cinnet geçiriyorlar.

Bunlar sadece birkaç örnek..

dahası ve en acısı Meriç..

Meriçte Rabbimiz’e Canlar sunuyoruz.

Geride Kalanlar

Türkiye’de yaşananlar sanki bir üvey Anne hikayesi..

Ya da biz tatlı elmalarla bir cadı tarafından kandırıldık.

Şimdilerde kardeşlerimiz öz vatanlarında esir edildiler ve tüm kapılar kapalı.

Biz özvatanımıza giremiyoruz onlar da çıkamıyorlar.. Ara geçişlerde canımızdan Canlar gidiyor.

Ellerini uzatsalar da ellerimiz ellerine değmiyor.

Çaresizce seyrediyoruz.

İnandığım, ümid ettiğim tek bir şey daim kulaklarım da çınlıyor çınlıyor..

“Bu işi Allah Bitirecek”

amma..

Çetin imtihan olduğumuz şu günlerde payımıza düşenler var. Rahata erdiğimiz ve içimizden ancak %10 ununa nasip olan 🗽 Özgürlük bizi nedense hür düşünceye sevketmiyor. İradenin hakkı yardım etmenin yollarını aramakla başlıyor.

Adam arıyorum.. Sesime sesler geliyor.

15 Şubat 2018 Perşembe

Aslan Babam!

Abdülkadir...

Yolculuk boyunca çok yorulsada O da bu yolculuğa çıkan her çocuk gibi Anne ve Babası tarafından bir oyun oynadıklarını ve pes etmezler ise kazanacaklarını sanıyordu.

Hatta kocaman güçlü babaları yanlarında iken onlara kimse bişey yapamazdı.. Baba demek güven demekti.

Bu Çalmayan Hırsız& Kötü Polis oyunu idi.

Anne ve Baba ne kadar tedirgin olsa da yol boyunca çocuklarına teskin ediyor ve çıkılan yolu başkalaştırıp oyuna dönüştürüyorlardı..

Peki sonunda ne oldu?

Kimi, yakalanacağını hissedince tekrar aynı işkenceleri yaşamamak İçin Meriç’e attı kendini...
Geride bıraktıkları oğulları Annelerine dönüp ‘babam kazanacak değil mi Anne’ dedi? mahsunca, masumca.. 70 gün haber alamadıkları babalarını bekledi evlatlar. Eşleri ölmedi diye kendilerini avuttu. Vefat haberiyle düştükleri dipsiz kuyudan artık kurtarılmayı beklemiyor ve istemiyorlar..

Kimi, babalarıyla birlikte Meriç’in azgın sularında kayboldular.. Oyun bitti. Ve biz bir ölüm haberine sevindik. Anne ve iki çocuk ölürken iki gün sonra gelen Babanın vefat haberi belli etmesek de içten içe yüreğimize su serpti. Babanın geride kalması acımıza acı katardı. Baba o halde nasıl yaşardı? Bir ailenin Şehadetine biz de şehadet ettik. Şahit olduk.

Kimileri eşleri tarafından evlatlarından koparıldı. İhbarla tehdit edildiler.. Çocuklar Avrupa’ya geçmek zorunda kalan babalarına ‘Babamm’ yazılı fotoğraflar gönderdiler. Hasretler nefretlere karıştı.. Zihinler geçmişe takıldı..

Kiminin babası, gördüğü zulüm sonrası evladının kolunda can verdi.

Kimi her görüş günü Kanser oğlunun kötü haberi mi geldi diye tirtir titredi..

Kimin evlatları engelli idi ve görüşe gidemedi. Yıl oldu çocuklarını göremediler.

Babalar kocaman yüreklerine taş değil Kaya bastılar..

Babalar ve evlatları..

Tıpkı Kadınlar gibi zulüm yaşadılar.

Yaşanmayası ne varsa tattılar..

Ey gece karar kararabildiğin kadar diye rüzgarı arkama alıp yürüsem de ...

Son bir damla olması ümidiyle yaşıyorum.

Gözlerim yanıyor. Gönlüm mahvolmanın eşiğinde..

Deveran dönsün diye seyeran ediyorum.




12 Şubat 2018 Pazartesi

Yoktur Onların Mezar Taşları

Ölmeden dakikalar önce abdest alırlar.. Kıyam ki, varacakları yere tek hazırlıklarıdır.

Dünyadakiler O’nu kaybederler. Canları dünya ve ahiret arasında köprü gibidir, paratonerdirler.

Onlar ise İbret-i Alemdirler. Sessizce, sedasızca, usulca gömülürler..

Toprak onları sıra bende Eda’sıyla derununa buyur ederken dost sinelerde de derinleşir, gönüllerde yer ederler.

Geride kalan bizler de;

Dillerde Yasindir en azından birer Fatihadır.. 🙏🏻
Sabırdır,
Gözler de dalıp gitmedir.
Nefesleri keserler.
Birden lezzetlerimizi acılaştırırlar..


Kazanmışlardır. Zira safları bellidir amma cenaze namazlarında o kadar az kişi vardır ki saflar bile sıklaşmaz.

Mezarlarının başında süslü bir taş yoktur. Tahtadandır mezar taşları.

En büyük sermayesi iman olan bu yolcuların bir de neticeleri vardır.

Babamın hayatı bitti fakat ‘Mücadelesi bitmedi’ diyen Eroğulu Er evlatlar.. Birileri isyan ederken en sevdiği babasını kaybettiği imtihanın ilk demlerinde istikametten milim şaşmayan evlatlar..

Bayrak yere düşmez dalgalanır.
Dalgalanan içimizde sona yaklaştığımıza (son zulüm ve bardağı taşıran son damla) dair ümittir.

.. dışımızda Haklı oluşumuzdan gelen dik duruşumuz!

11 Şubat 2018 Pazar

Yaşasın Diaspora..

En kolayı diaspora..

Kendimi Cumhuriyetin ilan edilip harf inkilabı ile Latin harflere bir gecede geçmiş Türkiye Cumhuriyeti dönemindeki insanlar gibi hissediyorum. Bir gece de cahil olmuşlar yeni düzene ayak uydurmak zorunda kalmışlardı..

Ben de kendimce karar verdim.

Evet evet karar verdim. Dil ile uğraşmayacağım. Yaşım da 40 zaten üç çocukla zihnim de almıyor.. Bahanem de hazır..

Türklere yakın bir yerde oturmak en iyisi.

Canım sıkıldıkça iki lafın belini kırmaya giderim. Hem çocuklar Türkiye yokluğunu hissetmez ve Türk çocuklarla kaynaşarak yalnızlık hissetmezler.

Hemen bir televizyon alıp Türk kanallarına erişmeliyim. Ben iş yaparken çocuk kanalları kurtarıcım olur. Ben de hakkım olan çok değil haftada bir diziyi izler stressiz yaşama yelken açarım.

Zaten Fatoş hanımın yemekleri de bir harika👌🏻👌🏻👌🏻 Ne zaman arasam buyur ediyor sağolsun.
Oturumum çıkmış devlet bize bakıyor. İş bulmak da zor. Kendi vatandaşları işsiz. Bana mı öğretmenlik yaptıracak.😏Dil öğrensem ne olacak?  Bir yıldır tarzanca ile hallettim. 60 yaşına kadar ne öğrenirsem artık..

Hem her buluşmamızda dua ediveriyoruz. Mağdurlardan bahsediyoruz. Bişey yapamıyoruz bari dua edelim diyor Fetihler okuyoruz.

Şimdi büyük düşünsen ne olacak? Dua zamanı. Elinden geldiğince dua etmek lazım.

Ama başkalarının derdiyle dertlenirken psikolojiyi de düşünmek lazım. Çok etkileniyor dayanamıyorsam kötü haberlere çok kulak kabartmamak lazım. Biz yeni ülkeye alışma dönemindeyiz.

Çocukların okulu, zoraki dil kursu, gelen misafirlere poğaça, börek derken günler hızlı akıp geçiyor..


Ne diyelim..

Hepimiz yurtdışında alışma dönemi yaşıyoruz.

Ayaklarımızın üstünde durmaya çalışıyoruz. Zaten süreç biter biz de döneriz burnumuzun direklerini sızlatan, buram buram tüten memleketimize..

Alamanyaya işçi olarak gelen Türkler çok haklı imiş. Büyük idealler Böyük adamların işi.

Yaşasın diaspora..



9 Şubat 2018 Cuma

Elin Oğlu Elon Musk

Elon Musk Salı günü kurmuş olduğu şirket SpaceX ile uzaya roket 🚀 fırlattı.
Haberi editörlüğünü yaptığım Yeni Hamle haber sitesine girerken çok heyecanlandım. Farklı bir haber giriyor olmanın her zaman böyle bir yanı oluyor. Özellikle insanların geleceğini etkileyen bu  haberler binde bir geliyor. https://twitter.com/yagizefe/status/960855716457152512

‘ABD merkezli uzay aracı ve roket üreticisi SpaceX şirketinin kurucusu Elon Musk'ın girişimiyle yapılan dünyanın en güçlü roketi Falcon Heavy, Florida eyaletindeki Kennedy Uzay Üssü'nden uzaya fırlatıldı. Rekor fırlatılışın en ilginç yanı ise uzaya gönderilen Tesla model otomobildi.’

Tweetler beni hayrete düşürdü. Çünkü bir kişi evet sadece bir kişi haberi rtweet yapmıştı. 😳

Whatsappta tam da aynı zaman dilimine gelen sıralar Avrupada bir mülteci kampında ölen polis memuru ile ilgili Bi konuşalım programından konuşmacıların duygulanma sahneleri geldi. İzlerken bir kere daha ağladım. Sonra düşündüm ki çok maharetli bir derdimiz var. Bizi ağlatıp ağlatıp rahatlatıyor. Biz derdimize dövünüp dövünüp yanarken dünyanın en önemli tarihi  olaylarından birinin gerçekleşmesi içimizde gündem bile olmuyor. Kampta hissettiğim ve tespit ettiğim en önemli duygulardan birisine buydu. Her odadan gelen müzik seslerinden ağıt ezgileri yankılanıyordu. Müslüman kültürüne yerleşmiş acıdan beslenme hali belimizi doğrultmamıza müsade etmiyor diye düşünüyordum. Bir müslümana nasılsın diye sorduğumda aldığım cevaplar üç aşağı beş yukarı aynı idi. Tekfir tekfir.. 💭 💭 🤔
Kampta ahvalimizin ne olacağını düşünmekten stres ve hüzün hali ile çepeçevre sarılmıştık hepimiz..

Geçmişle yüzleş, Ders al Geleceği Kurgula

Sonra farkettim ki hiçbirimizin vizyonu yok. Bireysel vizyon edinme noktasında sınıfta kalmış durumdayız. Kimse o polis memurunun ailesine ulaşmayı maddi manevi destek olmayı düşünmüyor da Miguel de Cervantes Saavedra’nın romanı ve aynı zamanda bu romandaki asıl şahsiyeti gibi yeldeğirmenine kılıç sallayan ⚔️ Don Kişot oluveriyor.

Hepimizin dilinde bunları reva görenleri affetmemek var. Neden? Çünkü geçmişte kalıyor, geleceği hep birlikte inşaa edemiyoruz.

Eğer bireysel olarak duyduğumuz her kötü olay için benim yapabileceğim neler var? Nasıl bir çare bulabilirim? diye düşünsek 🤔  etrafımızda da o dertle dertlenmişleri bulabilir, geçmişe gelecekle hep birlikte meydan okuyabiliriz.

Velhasılı kelam Elon Musk dünya tarihine geçecek olaylar zincirine imza atarken ‘ çok defa başarısız deneyimlerimiz var. Falcon Heavy’ nin üçte ikilik başarısı ile hiçbirşeyin imkansız olmadığını görmüş olduk’ diyor.

Hayallerinin peşinden giden 🌍 adına önemli adımları atan bu adam hepimize ilham vermeli🙏🏻

Belki büyük büyük adımlar atamayabiliriz. Çok mu zor? Mesela; İsveç’te spor yaparken insanlar artık çöp topluyor. Biz de derdimizi anlatmak için gittiğimiz ülkede çöp toplayabilir ve bunu da sosyal medyada ses getirmesi için kullanabiliriz..

https://twitter.com/dw_turkce/status/961837900445900800

Unutmayalım dertliyiz..

NASA da çalışan ve şimdiler de cezaevinde gün sayan  Serkan Gölgeyi unutmayalım.

Doç. Dr. Ahmet Turan Özcerit’in şimdilerde hastalıklarla boğuştuğunu unutmayalım.

İnadına daha çok okuyalım. Tarihe acılarımızla değil zihinsel ve bireysel emeklerimizle not düşelim.

Ya da boşverin evet evet boşverin ve bırakın dağınık kalsın.

6 Şubat 2018 Salı

Ümit ki En Çok Yakışandır Bize..

Izdırap dilemişti herbirimiz için Asrın hadimi..
Dert, hüzün ne ararsan ekildi herbirimizin yüreğine..

Izdırap oldu her yanımız. He işte tamam oldu..

Sadakat sınavından da alnımızın akıyla geçiyoruz. Sapasağlam, dimdik ve haram lokma yememiş olmanın manevi rahatlığı ile de sabit kademiz.

Kimimiz yurtiçinde kimimiz yurtdışında çille dönemindeyiz. Dilimiz döndüğünce kalbimiz yettiğince duadayız. Varsa verebileceğimiz üç beş kuruş onu da verebilmenin idrakindeyiz.

Tamam olmayan bişey var. Eksik olan..

Eleştirilerin hepsini alıp değerlendiriyor, geçmişle hepimiz yüzleşiyoruz.
Geçmişle yüzleşiyoruz tövbe kurnalarında arınıyor ve orda geçmişe bağlı kalakalıyoruz.

Birlikte geleceği inşaa edeceğiz. Evet. Hani nerde bizim planlarımız?

Keskin bir geçişle hayatın içinden bir yaşanmışlık paylaşayım:

Canım arkadaşım, sevdiğim ve vefalı bir güzel mesai arkadaşım bir yıl cezaevinde kaldıktan sonra serbest bırakılmıştı. Sevinmiştik. Üç çocuğuna kavuştu derken öğrendim ki artık akıl melekesini kullanamıyormuş. Arkadaşım cezaevinde ne yaşadı ise delirtmişler.

Duyunca ben de kendime gelemedim.

Hiç bir yere de gidemedim. ‘Dert çok hem dert yok’ dedim durdum. Ulaşmaya çalıştım. Ulaşamadım. Sonra binlercesi bu halde bu sadece benim duyduğum deyip tam arkaya atacak hayatıma kaldığım yerden devam edecektim ki olmadı. Arkaya atmadım, öne çektim. Karşıma oturttum. Konuştum onunla. Anlattım da anlattım. Saçlarını taradım, geçmiş güzel günlerimizden bahsettim. Sakin sakin dinledi beni. Arkadaşıma baktıkça, onunla yüzleştikçe içimdeki uçurumlar derinleşti.

Onu düşünürken zihnime misafir olan başka bir 💭 düşünce öbeği beni yine uyutmadı. Geleceğe dair fikirler üretmek 💡 çok mu zor. Yapılamaz mı?

Eleştirilerden ders çıkarıp aklın hakkı verilemez mi?

Anladım ki arkadaşım aklını yitirirken benden de bişeyler alıp götürüyor ama boş bakan gözleriyle de yardım bekliyordu. Kendime gelmeli, boş vermemeli idim. Çocukları ve eşi için yapmamız gereken bişeyler var..

Buna yoğunlaşmadığımız sürece ‘çözülürüz, dağılırız ve kendimize gelemeyiz’ diye düşündüm.

Önünü alamadığımız zulme karşı yapılması gerekenler nelerdir? Bana düşen nedir? Bize düşen nedir?

Ümit soluklayıp yarınlar bizimdir derken bu sorulara cevap aramazsak..

Çaresiz kalırız.
Ümitsiz kalırız.

Ümit de Çare de bizde.
Bu dönemde delirmek yüksek paye.

Ben ise şimdilerde geleceğe bakan ve Aklını Allah’a satabilen arıyorum..







4 Şubat 2018 Pazar

Sıfır Noktası

Gazeteci Adem Yavuz Arslan’ın röportajını okurken çok heyecanlandım. Tespitler çok duru bir aklın ürünü. Şu cümleler aldığım Notlar arasında;

Artık ‘necip Anadolu insanı’ gibi düşüncelerim yok. Malesef insanımız güce tapıyormuş ve düşene destek olmak yerine tekme atmayı tercih ediyormuş. Mesela memleketten başı sıkışan, hastası olan, iş arayan Ankara’da beni buluyordu. Elimden geldiğince herkese yardımcı olmuştum. Hastası olana doktor buldum, iş arayana yardımcı oldum, yolda kalana para verdim vs. Sonra ne oldu..

http://thecrcl.ca/cemaatin-en-buyuk-hatasi-devleti-ve-toplumu-taniyamamasiydi/

Sonra biz yapayalnız kaldık. Değer verdiğimiz ne varsa bir masanın üstündekilerin yekten bir kol işaretiyle devrilmesi gibi herşeyimizi o masada kaybettik.

Ülke değiştirdik. Issız kaldık. Sıfırdan başladık. Adapte olmaya çalışıyor ve çabalıyoruz.
Evlatlarımız bizim yaşadığımız yalnızlığı yaşamasın diye çile çekiyor ve çocuklarımızı yetiştiriyoruz. Hayat güzeldir filmini kendi hayatımızın filmi gibi oynuyoruz küçük sahnemizde.

Hepimiz Dil öğrenme gayreti içindeyiz. Travmalar eşiğinde kimimiz.. Kimimiz travmanın tam içinde. Sorguluyoruz. Laf dönüp dolaşıp Rahman’a bağlanıyor. Çünkü tüm yollarımız kapalı. Bir O nun yolu açık.
Hepimiz uçurumun kenarındayız.

Çok az kişi var yurtdışına çıkabilmiş. Hayatına kaldığı yerden devam ettiği zannedilen...

Hayır efendim öyle değil işte. Yurtdışında birileri kulaklarını tıkasa ‘duymasam kendimi iyi hissediyorum, duysam çok üzülüp kendime gelemiyorum’ dese de...

Herkes uçurumun kenarında! İmtihan bitmedi. Bir rüzgar savurabilir, bir söz, bir bakış mahvedebilir tüm kazancımızı.

Hepimiz kayıptayız.

Hepimiz dünyamızı kaybettik. Yeniden doğmuş gibiyiz.

Dünyaya tekrar gelsen bu hatayı yapar mıydın?

Kırk yaşında yeniden doğunca, sil baştan başlayınca da kolay olmuyormuş.

Kolay olmayan ne varsa Zihnime  üşüşüyor. Zihni’mi üşütüyor.

Bu soğuk atmosferde kendimi dünya çocuklarının el ele verdiği karede bir çocuk olarak görüyorum, dünya yuvarlak bende tüm çocuklar gibi dönüyor aynı noktaya geliyorum.

Vesselam..


1 Şubat 2018 Perşembe

İyiler Kazanır, Kötüler Kazanamaz!

Kampta her millet her Milliyet’ten insanla kaldım. En çok neyin sıkıntısını çektiniz? diye sorsalar vereceğim tek bir cevabım var. Bencillik..

Bir insanın kendine zulmetmesiyle başladı herşey. Kendinin olmayana ‘benim’ demesiyle devam etti. Zalim eliyle hayatlarımız bir yaprak gibi savruldu. Kendi mahallemin yangını büyüdü, büyüdü ve tüm dünyayı sardı.

Kendi hayatımın kahramanı olmayı bırakalı çok olsa da bazen kendimi ‘demiryolu çocukları’ romanındaki iyilik sever Roberta gibi hissediyorum. Bir genç kız olma yolunda kendini tanımaya çalışırken iyilik yaparak dünyayı tanıma çabası içindeki küçük Kız.

İlk kaldığımız kampta Mısır uyruklu nazik genç her gördüğünde muhakkak yer verir ve selam ederdi. Kendime mutfakta kahve hazırlarken bir tane de ona hazırlamak onun tevazusuna sunabildiğim tek erdemim oldu.

Çok çocuklu Nijeryalı Hristiyan kadınlar.. Puseti kolunda küçük bebeği var. Etrafında da 3 tane çocuk. O haliyle yemek almaya gidiyor. Pusetin kolundan tutup ‘bu benim’ deyip aldığım ve gideceği masaya götürdüğüm çok oldu. O kadına hiç kimse yardım etmezdi, insanlar sadece şaşkın şaşkın gözleriyle takip ediyor ve sanki akıl tutulması yaşıyorlardı.

Çocuklarımla Kök salmaya çalıştığım bu şehirde çocuklara öğretmeye çalıştığım tek şey yardımlaşma.. Paylaşırsak çoğalır, başkalarını hissedersek anlaşır ve anlaşılırız.

Bir sürü bencil insanla karşılaştık. Bizim ruhumuzu daraltan da bu bencil insanların ruhu oldu. Yaşadığımız yeri yaşanmaz kıldılar..

Biliyordum ve biliyorum dünya üzerinde gerçek derdi olan milyonlarca insan var. Kalbimin temiz kalması onları bulmam ve onlara el uzatabilmem ile doğru orantılı. İnsanlar ne kadar yardıma muhtaç
ise bize de onlara o kadar yardımcı olmak düşüyor.

İyi olursam ne değişir?

Küçük bir şehirde çocuklarıyla kalma hakkı kazanan bir Kadının varlığından haberi olan İnsanlar bu şehrin bencilliğin etkisinde olmadığını göstererek bize şehri genişletip yaşanacak bir yerde olduğumuzu göstermiş oldular.

Karşı komşumuz yaşlı teyze bizimle tanıştığında evine gidip kapıdan iki çift yün çorap 🧦 verdi. Biz ona bir kaç gün sonrasında Yaptığımız çorbadan ikram ettik. O bize elinde kocaman bir torba içinde beş büyük peluş oyuncak getirdi. Bir an çocuklarımla bu mahallede ölene kadar kalabileceğim hissine kapıldım.

Sevgili arkadaşım Kata Bangkok dönüşü arabanın arkasına römork takıp çamaşır makinemizi, dondurucumuzu, kitaplıklarımızı getirdi. Kata bu kadar işin arasında herbiri küçük birer kağıt poşetin içinde çocuklara küçük hediyeler de hazırlamıştı.

Bunları yaparken 55-60 yaşlarındaki Leo’da yanındaydı. Yardım etti. Makineyi bağladı. Biz işleri bitirirken çocuklar da ellerindeki envai çeşit küçük oyuncakları ile oynuyordu. İşleri bitip oturduğumuzda kahve içerken Leonun gözü kırık sandalyeye ilişti. Bana ‘bunu alıyorum. Tamir edeceğim’ dedi.


İyilik kahramanı olan bu insanlar herşeyin en iyisini hakediyor.

Ben de istiyorum.🙏🏻

İstediğim kötülük karşısında iyi kalmak, iyiliği çoğaltmak..

Çocukların da dediği gibi;

İyiler kazanır, Kötüler Kazanamaz..

Kazanmak istiyorum.

29 Ocak 2018 Pazartesi

Öğretmenim ANNİCA

Pazar günü şarkı söyleyecek çocuklar.

Kostümler hazır. Beyaz çorap ve beyaz pisiler de ayarlarsak tamam olacak kıyafetlerimiz.
Perşembe günü çocukları alırken kreşin girişinde gördüğüm beyaz pisiler dikkatimi çekiyor. Öğretmenimizden izin alarak pisilere bakıyorum ama numarası bize uymuyor. Öğretmen mevzuyu anlamak için gözümün içine bakıyor. Pazar günü yarım saatliğine lazım olduğunu söylüyor ve arkasından da ekliyorum. Teşekkür ederim biz hallederiz. Kar ❄️ kış geleli çok oldu bu ülkeye. Üç çocukla bir yere gitmek için artık gücüm sadece okula gidip gelmeye yetiyor. Zaten gözüm de kesmiyor artık.

Kendi kendime kamptaki aynı yaş çocukları düşünüp beyaz bir ayakkabı kimde vardır acaba diye düşünüyor, çok da dert etmiyorum. Bu zamana kadar hallolan işleri görünce bunu da halledeceğimizi düşünüyorum.

Cuma günü. Dışarıda çıkılmayacak bir hava var. Kar yağıyor, yerler buz tutmuş. Kapmız çalınıyor. Açınca şaşkınlıktan konuşamasam da gözlerim doluyor. Öğretmenimiz kapıda elinde bir çift beyaz ayakkabı..

Aramış, bulmuş biryerlerden.. Bırakıp gidiveriyor kapıdan..

Aradan iki ay geçiyor ve  biz yeni eve taşınıyoruz. Taşındığımız gün Annica öğretmen rahat iş yapalım diye çocukları alıp evine götürüyor. Çocuklar geldiklerinde Annicanın kedilerinden bahsediyor bahsediyorlar. Belli ki çok eğlenmişler.. Çocukları bırakırken monte ederken yatağın suntalarının kırıldığını gören Annica ben bir yata getireceğim diyor ve o hafta eşi ile Yatağı bırakıp gidiyor.

Ertesi gün bir mesaj geliyor Annica’dan “Hastalandığım için bugün yardımcı olamayacağım?”

Halbuki sözleşmemiştik ama öğretmenimiz yardım edemediği için hayli dertlenmiş..

Bir kreş çıkışı çocukları almaya gittiğimde öğretmenimiz elime kağıtlar tutuşturuyor. Resimli kağıtlarda ev gereçleri var. Hangisinin evde olmadığını işaretlememi istiyor. Duygulanmaktan işaretleyemiyorum resimleri... Ertesi hafta bir poşet dolusu ev gereçleri ile evin yolunu tutuyoruz.

Ve bugün..

Bir mesaj geliyor ‘yarın akşam müsaittim çocukları alabilirim. İşlerin varsa halledebilirsin.’

Annica Öğretmen omuzunda kanatları, elinde sihirli değneği olan bir çizgi film kahramanı gibi..✨💫

Hem çocuklarımın hem yeni hayatımızın iyilik kahramanlarından..🌈💥



28 Ocak 2018 Pazar

TANDIR EKMEĞİ

Şehir merkezinde iki ay kaldıktan sonra geldiğimiz bu kampta bir sosyal gerçeklikle yüzleşmiş ve bu etkileşime kendimi kaptırmıştım.

İlk gün yiyecek bir yemeğim olmadığı gibi yemek yapacak malzemem de yoktu. Afgan komşum bir koli yumurta hediye etmiş üstüne de bir tandır ekmeği bırakıvermişti. Bu benim bu kampta alacağım sayılı ekmeklerdendi..

Marketi öğrenip alışverişe çıkınca çok çeşitli ekmeklerle tanışmış, çocukların çok sevdiği küçük somunlardan almıştım.

Mutfağa indiğimde şaşırdığım o manzara ile karşılaştım. Her aile iki kilo undan fırınlarda seri bir şekilde tandır ekmeği yapıyordu. Mutfakta 10 fırın vardı ve her gün o fırınlarda sabah akşam ekmek yapıldığına şahit oldum. Demek ki nereye giderseniz gidin kültürünüzü tüm hayatınızı sığdırdığınız bavula koyup kendinizle gezdiriyorsunuz..

Arap Erkekler ve Afgan Kadınlardan bu işin ustası olmuş çok kişi gördüm. Onlardaki bu hararetli çalışmayı görünce kampın balkonuna bir tandır yapma fikri 🤔kamptan çıkana kadar hayallerimi süsledi.

Ben de uzun bir müddet kokuların etkisinde kalmanın verdiği motivasyon ile olsa gerek hamurlar yaptım. Mutfak müdavimi Erkek ve Kadınların bakışları arasında cesurca fırına verdim. Sonra farkettim ki buzluğa ekmek koymak bizim gibi küçücük fertleri olan aile uygun değil. Boşluktan kendini yemeğe vermiş olma psikolojisinden sıyrılıp kendimi mutfaktan almam iki aylık zamanımı aldı.

Kamptaki hayat Avrupa hayatından çok çok uzaktı. Bu ülkenin de envai çeşit ekmeği var. Ekşi maya, tatlı maya, çavdar, kepek, tahıl karışımı, az pişmiş, nar gibi kızarmış, cevizli, tahıllı... ve daha sayamadığım special yüzlerce çeşit.. Sırasıyla tek tek hiç ziyan etmemeye özen göstererek onları tattık.

‘Ekmeğini bölen toplum bölünmez’ derler. Tüm kutsal dinler de bir çok peygamberin mesleği olarak geçen buğday öğütme ve fırıncılık mesleği de ekmeği nimetlerin başı olarak görüp kutsamıştır.

Bu kampta en kıymetli ve paylaşıma en kapalı olan şey üstüste dizilen, yılların maharetiyle yapılmış ekmeklerdi.. En kötüsü ise bazen çocukların ellerinde döke saça yenilen bazen insanlar tarafından fazla fazla geldiğinden kıymeti düşmüş ve ömrünü çöpte tamamlamış israf edilen canım ekmekler..

Bölük bölük olmuş her milletten insanın, bölünmemiş tastamam ekmekleri

Öldüm!

Bilinmeze yolculuğumuz yaşadığımız ülkeye gelmemizle başladı

Etrafımda yerinde durmayan üç çocuk ve dört bavul.

Ülkemdeki koca koca dalgalar 🌊 insanları yutuyor ve sıra bize de geliyordu.

Gurbet yani bu ülke ise bizim için sığındığımız güvenli sahil oldu. Dalgaları, hırsından ne yapacağını bilmeyen ve önüne geleni içine alan fırtına felaketinden, her ne pahasına olursa olsun kurtulmuş nasiplilerdendik.

Ölüm...
Mevlana ifadesiyle "Gurbetten Kurtuluş"...
Bu yolda canını kaybedenler oldu.

Sır düğümü ;
Kimine "gurbetten kurtuluş" nasip olurken, kimine yeni bir "gurbet" ilk kapıydı.

Yeni bir hayatın ilk haftası..

Kamptan eve taşındığımızda Önce çocuklar hastalandı. Taşınırken çok beklemiş ve bu güzel ülkenin ayazından nasibimizi almıştık. Ateş 🤒, öksürük 😷, burun akıntısı🤧😪, başağrısı🤕 ve istifra 🤢 🤮 hepsi yeni evimize konuk oldu. Kollarımda üç çocukla evi yerleştirme telaşım benim de yatağa düşmemle son buldu.

Yorgunluğun da etkisi olacak ki başımı yastıktan kaldıramadım. Eski usul patates 🥔 kesip şakaklara ve alnıma koysam da pek kar etmedi. Burada antibiyotik pek vermeseler de hepimiz antibiyotiğe başladık.

Öksürükten uyuyamaz, baş ağrısından kalkamaz halde idim. Sanki liğme liğme dökülüyordum. Öksürmekten boğazım tahriş olduğundan su içmekte zorlanıyordum.

Çocuklar kabus görüyor ve ben onları teskin ediyordum.
Şimdi kabus görme sırası bende idi.

Bir kabusla Öldüm..!

Gurbete geldim kurtuldum derken, belki vefatları ile kurtuluşa Erenler’in kaderi bana da sahili selamet olacaktı!

Peki bu kurtuluş iyi mi gelecekti? Çocuklar.. Onlar ne olacaktı?


Elim tutmuyor, uzanmıyordu.

Zihnim durmuyor, sorguluyordu.

Yalnızlık hiçliğe, ölüm yokluğa davet ediyordu.


25 Ocak 2018 Perşembe

Yaşamak Kadar Özgür 2

...
19.01.2018

Minibüsten tüm eşyaları indirdik.

Evin ortası içinde envai çeşit eşya olan çöp poşetleri ile dolu.. Hiç problem etmiyor içimden yavaş yavaş hallederim diyorum.

Çok geç bir vakitte eve geldiğimiz için çocuklara biraz yemek yedirip yatırıyorum..

Ama ben uyuyamıyorum.

Bu eve girmemizle birlikte 40 tilki misafir oluyor zihnime 🦊🦊🦊... Evde artık 44 kişiyiz.🤭

Perdeler
Çamaşır makinesi
Yataklar
Lambalar
ve daha bissürü şey..

Ertesi sabah Kata uçuşta olduğundan gelemese de Kilise de birlikte dua ettiğimiz Pekka’ya haber vermiş. Pekka beni alışverişe götürecek ve çıkışta alacak. Tuula sabah perdelerle evimize geliyor. Bu iki insanı hayatımda ikinci defa görüyorum.. Çocukları Tuula’ya bırakıp Pekka ile alışveriş merkezine gidiyoruz.

Marketten ufak tefek ama önemli ayrıntılar olarak gördüğüm bir kaç şey alıyorum. Pekka’nın söylediği saatte otoparkta buluşuyoruz.

Tuula ile saat 16.00 ya kadar ev işi yapıyoruz. Bir mesaj geliyor. ‘İsmim Suvi Kata’nın arkadaşıyım. Sana yarın akşam 19:00 da üç tane avize getireceğim.’

Bir de Titi’den mesaj geliyor. Saat 17:00 de halı getireceğim.

Suvi ve Titi kim? Bilmiyorum..

Tuula gidiyor, Titi geliyor. Tık tık tık.. Kapıyı açtığımda bembeyaz yüzlü 70 yaşlarında bir Kadın elinde hediye paketine sarılmış pamuk elleriyle yaptığı 🥞 kek. Hayretler içerisinde kalıyorum. Arabayı işaret edip bagaja yöneliyoruz. İstediğini alabilirsin diyor. İhtiyacım olan iki halı alıp eve dönüyorum. Titi eşi ile geldiğinden eve girmiyor. Başka zaman ziyaretimize gelmesi için söz alıyorum..

Söyledikleri vakitten milim şaşmadan kapıda beliren bu insanlar beni hayret düşürüyor.

Türk arkadaşlar arıyor. Bir ihtiyacın var mı diye soran oluyor. Yok diyorum..

Çünkü bu küçük şehirde kurulan yeni dostluklar tüm ihtiyaçları sıfırlıyor.

İlk geldiğimde bir görevlinin sözü kulaklarımda çınlıyor. ‘Bu ülkede söz esastır. Size buranın insanları yalan söylemez.’

Müslüman sıfatlarıyla çepeçevre kuşatılmış bu insanlar tüm güzellikleri hakediyor.



23 Ocak 2018 Salı

Sevgili Arkadaşım Kata

Katariina’yı kampta tanıdım. Geçici süre kampta çalıştı. O günler Kilisede de karşılaştık. Çok içten dua edişine şahit oldum.

Bir de Kata’nın yardım etme heyecanını gördüm. 668 Bebek için Kilise ile görüşüp program yapabilir miyiz diye sorduğumda Türk arkadaşlarım müsait olmadığı İçin son anda imdadıma yetişmişti ve  yine o yanımdaydı.
http://kamphatiralari.blogspot.fi/2017/11/kilisede-bir-cuma-sukur-vakti.html

Gözümde genç ve heyecanlı bir kız imajı vardı. Kilise de 10 yaşındaki kızını tanıtınca şok oldum. Meğer aynı yaşta imişiz. Dahası Kata zaten hostes olarak çalışıyor ve ülke ülke seyahat ediyormuş.

Bu kadar mütevazi olmasına çok şaşırmıştım ki Kata beni daha çoook şaşırtacakmış.🤔

Geçtiğimiz Cumartesi günü kamptaki bir görevli ‘senin işin biraz uzayacak. Nüfus müdürlüğü’nün araştırma yapıyor’ dedi. Heyecanla eve çıkmak için gün sayarken karşılaştığım bu uzatmalara ne kadar ‘no problem’ desem de kampta beni gören her insan tarafından yöneltilen ne zaman gidiyorsun sorusundan mıdır 🤷‍♀️ bilmem artık beklemek de zorlanıyordum.

Ertesi gün Pazar akşamı Kata ile kilisedeki program da karşılaştık. Sıkıntılı olduğumu bildiği için maneviyatına güvendiği bir arkadaşını göstererek ‘birlikte dua edelim mi?’ dedi. Pekka ile Kata’nın ortasına oturdum. Allah’ım tüm nimetlerin için şükürler olsun. Diyebildim. Kata ev için dua etti ve Pekka’dan dua etmesini istedi. Bu iki güzel insan gözlerini kapatıp benim için dua ettiler.. İki dinin insanları olarak yaptığımız bu duayı Rahmeti Rahman’ın kabul edeceğine olan inancım tamdı.

Aradan üç gün geçti ve artık evin anahtarlarını almıştım. Kata anahtarı alır almaz bana haber ver dediği için ilk ona söyledim. Ne yazık ki uçuştaydı ve perşembe gelecekti. Cuma günü erkenden buluşabileceğimizi söyledi. Söz verdiği gibi Cuma günü sabah erkenden Katariina ve bir arkadaşı ile eve geçtik. Kata rahat hareket edelim diye çocuklara bakması İçin öğretmenlerini ayarlamıştı.

Önce elektirklerin açılması için gerekli aramayı 📲 yaptı ve aradan beş dakika geçmemişti ki etrafa nurlar şaçılmaya başladı. Hayatımda gördüğüm en mübarek aydınlanma anı idi. Zira bu aydınlatma sayesinde bu geceden itibaren evimizde kalabilecektik..

Kata ve arkadaşı bir hafta öncesinde alabilir misin dediğim kitaplık ve  yatağı da getirdiler. Perde ihtiyacım olur düşüncesiyle perde getirdiler. Kata evi gezip eksikilere baktı. Arkadaşlarına mesaj yazdı. Lambaları bir arkadaşı pazar günü getireceğini söyledi. Elimizden geldiğince evi düzenlemeye çalıştık. Öğleden sonra Kata beni kampa bırakıp müsade istedi. Çünkü gece uçuşu vardı.

Bu hafta uçuştan geldiği günün sabahı soluğu benim evimde aldı. Yine evin eksikleri ve evrak işleriyle uğraştık..



Türk arkadaşlarım misafirleri geldiği, gittiği..vs için müsait olamadılar. Katariina yanımda esneye esneye 😩😫gezmesine rağmen,
şahsi arabası ile işlerimi halletmeye çalışırken kendini olabildiğince müsait hale getirdi.


İyiliği yaymak için elinden gelenin fazlasını yapan bu kadın, yaşadıklarımı o kadar iyi anlıyor ki... Memleketimden kilometrelerce ötede, yalnız olduğum bu şehirde ve dilini bilmediğim bu ülkede karşıma çıkan Kata’ ya minnettarım.

Emin’im birlikte inandığımız Yaratıcı’ da onun bu iyiliğinden razı olur.. Olacaktır.

21 Ocak 2018 Pazar

Yaşamak Kadar Özgür 1

Yaklaşık bir senedir kamptayız. Çocuklar uslu durup eve çıkma hakkı kazandıklarını zannediyorlar. Kendilerine kötülük yapan, paylaşmayı bilmeyen, itip kakan çocuklar kampta kalmaya devam ediyor.

Çille dönemi kapanıyor. Acizlik imtihanı yerini nimetlere bırakıyor.

Kamp yetkilileri ile anahtarı aldığım Çarşamba gününden beri görüşüyor, bir an evvel çıkmak istediğimi her görevli değişiminde yeni gelen görevliye söylüyorum. Eşyaları Türk arkadaşlar çoktan halletti. Anahtarı aldığım gün arıyorum. Bir gün sonra ikinci el eşyalarım geliyor..

Elektrikler açılana kadar temizliği bitiriyorum. Tek yapılması gereken kamptaki eşyaların eve taşınması.

Defalarca söylememe ve aradan iki gün geçmesine rağmen Müdire hanım taşınma için acele ettiğimi söylüyor. Bu zamana kadar her kapıyı tıklayana Güler yüzle hizmet vermelerinden anladığım sabrı çok bu insanlar, benim sabırsızlığımı anlayamıyor..

Saat 14.00 deki toplantıda bunu konuşacağız diyorlar. Yarım saatlik toplantı bitiyor bana haber gelmiyor. Tek istediğim bir saat verilmesi. O saate hazır olmaya çalışacağım. Bugün taşıyamayıp deseler ona da razıyım. Bir plansızlık var farkediyorum..

Kapıya gidiyor ve hiç istemesemde tıklıyorum. Hazır mısın deyince şaşırıyorum. Evet diyorum odamı toparlamak için sadece on dk verin.

Bu arada ricam ile Afgan gençler tüm eşyaları kapı önüne taşıyorlar.  Tek tek tüm kapılara gidip helallik alırken dua ediyor ve ağlamaktan kendimden geçiyorum. Bir Pozitif karşısında 34 kapıdan negatif enerjiler yükseliyor. Müslümanların bu hali yüreğime işliyor, canımı yakıyor..

Tüm işlerim bitip aşağıya inene kadar küçük oğlum kapı önünde eşyalara uzanmış uyuyor. Üzerine ‘dikkat kırılır’ yazasım geliyor. Kampın yaramaz Çocukları 👫👭👬 elele verip çoktan eşyaları karıştırmaya başlamışlar.. Oğlanı kucağıma aldığım gibi eşyaların başında beklemeye duruyorum.

Hazır mısın sorusunun üzerinden iki saat geçiyor.💆🏼‍♀️Bir afganlı komşum çay 🍵 diyor. Ben evet deyince yanında tatlı çaylar geliyor. Bugüne kadar hiç yapmadığım çaylı merdiven sohbetimiz başlıyor. Gün içinde kendisiyle müşerref olamadığım kadim dostumu içtikçe son komşuluğa teşekkür ediyorum.

Hiç bir önemli işi olmadığı halde sırayla iş yapma derdinegiren görevli sallana sallana aşağı iniyor..
Evet büyük an eşyalar minibüse yerleştiriliyor...

Arkası yarın..

17 Ocak 2018 Çarşamba

Anahtar 🔐

Bu sabah kapı 🚪 çaldı. Açtığımda Kamp görevlilerinden Sanna’yı görünce hemen terliklerimi giydim. Şaşırmıştı. Ben bugün yapmam gereken ortak alan temizliği için geldiğini düşündüm. Bana bişey söylemesine fırsat vermeden bir refleks ile temizlik eşyalarının olduğu odaya doğru yöneldim. Bir taraftan da ‘bana temizlik odasının kapısını açar mısın?’ diyerek yüzüne baktım.

Halbuki Sanna ‘seninle kontrat imzalamaya gidiyoruz’ diyordu. Bir an duraksadım. Ona dönüp ‘ben aptalım’ dedim. Halbuki söylemek istediğim bu kampta reflekslerimin ne kadar değiştiği ve durumları ne kadar içselleştirmiş olduğumdu.

Burada diğer ülkelerin müslümanlarının müslümana yakışmayan hallerini görmemek için olabildiğince az dışarı çıkıyor, az muhattap oluyordum. Görevlilerin bir de benimle uğraşmaması için azami gayret gösteriyor üç dakikada bir tıklanan ofise de işim düşmeden gitmiyordum.

Ev tutulma sürecinde de kelimenin tam manasıyla ‘gassalın elinde meyyit’ gibiydim. Ölü taklidi yaptıkça beklentimin de ne kadar asgariye düştüğünü gördüm. Zorlasan olacak denilen hiç bir işlem için zorlansam da zorlamadım.

Bugün ne oldu?

Sanna ile son işlemleri yaptık. Kontart imzalandı. Hiç beklentimin olmadığı bir anda anahtarları verdiler. Anahtarı aldığım anda gözlerim doldu.

Terhis teskeresi gibi..

Ne çok sıkıntılar barındırmıştım geçirdiğim bir yıllık süreçte. Hepsi 🎥 gözümün önünden geçiverdi.
Kamp hayatım bitiyordu işte.

Korkuyordum. Dilini bilmediğim bu ülkede üç çocukla hayata tutunmaktan korkuyordum.

Gel gör ki hiç korkmuş gibi de durmuyordum.

Bu bir sene de İhsan edilenleri görünce yokluk içinde Varlığa erdiğimi hissediyordum.

Acizliğin ne kadar büyük bir sırlı anahtar olduğunu tatmıştım.

Bana verilen anahtarın acizlik anahtarı ile yer değiştirmemesi için 🤲 ettim..

Demek ki benim sürecim de Yusuf olmak 11 aydı. Bitmeyen Yusuf hallerine boyun büktüm.

Acizlik Anahtarını alanlar hayatlarıyla bedel ödemiş o emanet ile de sessiz sedasız göçüp gitmişlerdi..

Peki ya ben.. Ah bu BEN!

İnsanlardan fersah fersah uzak durmama, yapayalnız koca bir şehirde (tek arkadaşı olmadığı bu şehirde) ev tutup malayaniyatı terk etmeme rağmen kurtulabilecek miydim kemalim için boş kelamdan..

Farkettim ki;

Bu yol uzun..
ve
Sıklığıma rağmen derin sular barındırıyor..

16 Ocak 2018 Salı

Bir dileğim var…


Sözlerim ajitasyon içerecek, şimdiden söylüyorum. Pazar akşamı kaybettiğimiz Dilek’ten bahsedeceğim. Şarkılar söylenen programda çocukları eğlendirme telaşındayken acılı haberi aldım. Dünya bir anda karardı. Olduğum yere çakıldım. Kış yaşanan ülkede soğuk yüzümüze yüzüme vuruyordu. Yüreğimizin yangınına zerre tesir etmiyordu.

Dilek kansere yakalandığında 21 yaşında idi. Kanser Hastası iseniz size moral gereklidir. Bir de ilaçlar..

Hayatınıza devam etmeniz İçin düzenli olarak ilaçlarınızı içmelisiniz. İlaçların işe yaradığını görmeniz için de moralinizi hiç bozmamalısınız.

Dilek kanser hücreleri bünyesinde mutasyona uğradığını öğrendiğinde üzülse de mücadele etmekten vazgeçmedi. İki kere ilik nakli oldu. İlaçlarının temini için bir kaç defa sağlık bakanlığına mektup gönderdi.

Hatta tesadüfen bulunduğu mekana bir bakanın geldiğini görünce ilaçlarını temin edemediğini iletti.
‘Ben ne yapabilirim ki’ diyen Bakanın sözlerinden çok cebine sıkıştırılan 200-300TL moralini alt üst etti.


Parayı geri verirken söylediği sözler hepimizin kendimizle yüzleşmesine kapı araladı.

Ben dilenci değilim. İnsanlık konusundan bir kere daha hayal kırıklığına uğradım. Görüyorum ki çaresizliği hiç tatmamışsınız.

Nereden bilsin Dilek. Kalplerinde kötülük metastaz yapan insanlarla karşı karşıya olduğunu. Kötülüğü abideleştirmişlerden kendisini anlayacak bir iyilik bekledi..

Bir dileğimiz vardı. Genç yaşta verdiği mücadele de Dilek kazansın. Dilek yaşasın istedik. Olmadı.
Dilek aramızdan ayrıldı. Bu aralar İyiler ya aramızdan ayrılıyor, ya da onurlu duruş sınavından geçiyor.


Tapelerde ihaleleri yandaşlara verenler çalım satıyor. Yetmiyor çaresizi ezerek boy gösteriyor.

Onurlu duruş imtihanı veriyoruz.
İşini geri isteyen insanlar yerlerde sürükleniyor.
Kimi İşkence altında can teslim ediyor.
Kimi hala İşkence görüyor.
Anneler evlatlarına hasret cezaevinde bitmeyen günleri sayıyor.
Babalar evlerine ekmek dahi götüremiyor. Ceplerinde 5-10 TL ile geziyor.
Analar evlatlarından, Kadınlar Kocalarından ayrı düşüyor.

Yüzyıllardır yaşanmayan imtihan bugünlerde yaşanırken kimileri de üzülmemek için kulağının üstüne yatıyor..




13 Ocak 2018 Cumartesi

Organik Oyuncak🦖🐙🐿🐇🦔

Yıllardır tanıdığım bir mağdur..

Eşi içeride değil ama iki yıla yakındır işsiz.. Kendisi ise organik oyuncaklar yapıyor. Evin geçimini yapılan oyuncaklarla sağlıyorlar. Hiç yılgınlık görmediğim bu ailenin el emeğini içten içe takdir ediyorum. Dıştan dışa yani eyleme geçmek için ne yapacağımı 🤔 düşünürken hemennn aklıma 💡 bir fikir geliyor. Destek olmak ve biz de bişeyler kazanıp başkalarına da destek olabilmek için bulunduğumuz ülkeye oyuncak sipariş ediyorum. Arkadaşım örmeye başlıyor örüyor da örüyor. Yaklaşık iki ay sonra oyuncaklar gönderilemeye hazır hale geliyor. Artık paketlenip kargolanmanın vakti.. Kargoda iken arkadaşım telefon ediyor ve diyor ki; ‘Kargoyu verirken uyarıda bulundular. Koliyi açıp bakarlarmış, kargonun geri dönme ihtimali olabilirmiş.’

Ben problem olmayacağını herşeye rağmen göndermesini istediğimi söylüyorum. Telefonu kapatmamla dua etmeye başlamam bir oluyor. Malum kampta tek Türk’üm. Yalnız olunca kendimi kendimle teskin ediyorum. Gelir ya neden geri dönsün ki gelir gelir sıkma canını diye rutin kendi kendine konuşma 💁🏼‍♀️💆🏼‍♀️🙆🏼‍♀️🙅🏼‍♀️ haline geçiyorum.





Her gece kalktığımda kargonun sağ salim ulaşması için dualar ediyorum.

Korktuğum şeyle karşılaşmadan paketimi 📦 yaklaşık üç hafta sonra teslim alıyorum.

Satışlara başlıyoruz. Gerek internet üzerinden gerek tanıdığımız arkadaşlara oyuncaklar veriyor paralar alıyoruz. Takriben 10€ ya aldığımız ürünü 30€ ya kadar satıyoruz.

Kâr için de kâr elde ederken birden kazancımız 300 💶  oluveriyor. Şaşırsam da bereketin sebebini 🙏🏻biliyor ve şükrediyorum. Emaneti ihtiyaç olan yere gönderiyor ve çarkı döndürmeye devam ediyoruz.

Bu satışla öğreniyorum ki;

Eğer çok isteyerek dua edersem kabul olur.

Eğer sadece ve sadece (başka bir düşünceye girmeden) mağdura yardım etmek istersem kapılar açılır.

Bu satışla öğrendiğim bişey daha var;

Her vakit hacet namazı kılsam da eğer içimde hissederek dua etmez isem meğer tesiri olmuyormuş ve yarıda kalıyormuşum..

Tıpkı yarıda kalan hayatlar gibi..

O hayatlar da benim duasızlığımın da tesiri var ve bu hakikat yine gece de bir tokat gibi yüzüme vuruyor.

11 Ocak 2018 Perşembe

KİMLİK(SİZ)

Bugün gelen kimlik kartımızla haphayırlı bir hayata doğru adım adım ilerliyoruz. Artık buralıyız. 4 yıllık oturum hakkımız var.

Elime alır almaz fotoğrafını çekip anneciğime yollamak geldi içimden.. Yapamadım. Sevincimi paylaşamadım. Çünkü buraya gelişimi ona bile anlatmadım, anlatamadım. Küçükken Polyannacılık oynardık. Şimdilerde ‘Hayat güzeldir’ oynuyoruz. Anacığıma herşey dört dörtlük 👍🏻 sorun yok imajı vermek için bin takla atıyorum. Velhasıl sevdiklerimle sevincimi paylaşamıyorum. Buruk bir sevinç içinde karta baktığım zaman diliminde ilginçtir değer verdiğim bir büyüğüm mesajla ‘nasılsınız, çocuklar iyiler mi?’ yazıveriyor. Sevincimi paylaşabileceğim bir dosta eş zamanlı hatırlattığı için 🙏🏻  başımı Sema’ya kaldırıp ne çabuk işareti yapıyor bir kere daha şükrümü tazeliyorum.

Eve geldiğimde yolda cevap veremediğim arkadaşımı geri arıyorum. 🇵🇰 Pakistan’dan arayan can dostum eşinin apar topar çıkışından bahsediyor. İki çocuğunun pasaportu konsoloslukta ve maalesef vermiyorlar. Kendi vizelerinin süresi dolduğundan çıkamadıklarını anlatıyor.. ev eşyalarını bir bir nasıl sattığını/satamadığını anlatıyor..  Arkadaşım hangi ülke kabul ederse oraya koşa koşa gideriz ama çıkamıyoruz diyor.

Allah bize kimlik bahşediyor. Arkadaşım yıllarca emek verdiği ülkede kimliksiz kalışından bahsediyor. Zaten günlük koşturma telaşından yorgundum. Bir de bu eklenince olduğum yere resmen çöküyorum.

Kampta oturum aldığımız haberi hazla yayılmıştı. Deport edilmeyi bekleyen Afganlı hala (abla) Şeyma kapıya gelip tebrik ettiğinde karşısında hüngür hüngür ağlamıştım. Onun negatifi karşısında Kendi pozitifim beni ezim ezim ezmişti. Şimdi aynı duyguyu Pakistan’daki arkadaşımla yaşadım. Bizim kimlik aldığımız yerde onlar yersiz yurtsuz kimliksiz kalmıştı.

Hiç bişey yapamadım.

Hiçlik girdabında boğulacakken dua yamaçlarında gezindim.

Fakat bu dönemde kimliksiz bırakılıp çil yavrusu gibi dağılışımıza, dağıtılmışlığımıza, çaresizliğimize, sarsılmışlığımıza, el uzatamayışımıza ağlıyor ağlıyor ağlıyorum.

Toparlanacağımız ümidi yüreğimin bir köşesinde dipdiri ve dimdik duruyor.

Yine de göz yaşarıyor.

Kalpte ona mukabil mahsun kalıyor.

9 Ocak 2018 Salı

Zulmedenler Görmez!

Benim de kendi çapımda bir zincirim (zinciri kırma) var. Onu asla kırmak istemiyorum. İki günde bir blog da yazı yayınlayacağım. İddialı bir cümle gibi dursa da geriye dönüp baktığım da başarmak istiyorum.

Tam yazıya ✍️  başlayacakken küçük oğlum gece yatakta beni göremeyince yanıma gelip ‘Anne seni çok seviyorum’ diyor. Yanağıma bir öpücük konduruyor. Kucağımda kalmak istiyor. Ufaklığın o an ki sevgi pıtırcığı halini ben de bırakmak istemiyorum. Çünkü nadir sakin anlarımızdan.. Oğlumu öpüp yatağına götürürken hayır duası ediyorum..


O anda bir fotoğraf karesi geliyor gözümün önüne.
Ellerini Sema’ya açmış bir baba.
Oğlunun mezarının başında dua ediyor.
Ellerinde kelepçe.
Etrafını sarmış emir eri Asker tayfası. (Belli ki azılı terörist imajı vermeye çalışıyor yukarıdakiler.)
Yanında küçük kızı Azize. Babasının yamacından ayrılmıyor.


Ben ‘ayırma Allahım, yavrularımla imtihan etme’ diye dua ederken Bekir Görmez ‘ahirette kavuştur Allah’ım’ diye dua ediyor,

Görmez Ailesi Türkiye’de yaşatılan zulmün sembolüdür.
Zulmedenler Görmez.

Sevgili Azize annesinin 35 kiloya düştüğünü görür.
Kulaklarının artık duymadığını görür.
Ağabeyinin vefatını görür.
Babasının ellerinde kelepçe ile çaresizliğini görür.
Gün yüzü Görmez...


Hepimiz Bekir Görmez bu vefat ile çıkar ümidini taşıyorduk. Attığı iddia edilen bir tweet yüzünden 19 aydır içeride olan bu baba oğlunu son kez göremedi. Toprağa verirken elleri kelepçeli idi.

Bu aileye bu sürecin paratoneri olmak düştü. Acıları bitecek derken yenileri eklendi.
Zulmedenler görmedi.
Peki biz?
Sahi biz Görmez ailesinin yaşadıklarını gördük mü?


7 Ocak 2018 Pazar

Var Olmanın Dayanılmaz Ağırlığı!

Kampta son haftalar..

Bir senemiz dolmak üzere. Bizim zindan hayatımız bitti. Terhiste ise güzel bir hayat vaadediliyor.

Gerek cezaevindeki arkadaşlarımız gerek işsiz bırakılmış mağdurlar dimdik durma imtihanı verirken kendi öz kişiliklerinden de taviz vermiyorlar.

Zulüm görmüş insanlarla paylaştığımız bu mekanda artık son demler..

Bu akşam İnsan Hikayelerini anlatmak için kurduğumuz metin yazarlığı ekibinden Sacit arıyor. ‘Ablam müsade istiyorum, hakkınızı helal edin’ deyiveriyor. Başka bişey söylemesine gerek yok... Anlıyorum ki geçirdiği soruşturma kapsamında gözaltına alınma durumu var..

Telefonu kapatıp hazırlanmış olduğum namazıma yöneliyorum.. Gencecik bir akademisyenin mahvedilen hayatı ruhumda derin izler bırakmışken kıyama duruyorum.

Sacit son zamanlarda kendisi ile yüzleşme makamındaydı. Son bir kaç aydır zora talip olmanın ağırlığı ile yaşıyordu. O da herkes gibi iyi kalma sınavından geçiyordu..

Masum olmak tarifsiz bir ruh haletine büründürüyor insanları. Mağdur olmak çaresiz bırakırken bir de mazlum olmak..

Bizim kamp hayatımız sona eriyor. Cezaevine giren, girme tehlikesi olan, girip aylar sonra çıkan mahsun İnsanların yaşadıkları/yaşayacakları buhran sona ermiyor.

Sacit için el açıp, dua ederken bir kez daha ve bu gece de var olmak çok ağır geliyor..


5 Ocak 2018 Cuma

Mahalle Baskısı

Kamp hatıralarım olmasa onu tanımayacaktım. Dert ortağım.. Sumeyra..

Bu isim ben de derin acılar çağrıştırıyor. Eşi cezaevinde. Dayısı annesine olan kininden yeğenini ihbar ediyor.  Umarım ki öz hakiki! dayının yüreği değil eli! gözü silah görmemiş yeğenini ihbar etmekle soğumuştur.. Ahirette special bir sıcaklık 🔥 ile karşılaştığında yüreğinin soğukluğunu hatırlar..

Sümeyra iki çocuğuyla ayakta durmaya çalışıyor. Ailesi eşini görmeye gideceği on saat uzak yolculuğu bahane ederek gitmesini istemiyor. Halbuki ki okuyanlar hatırlayacaktır.. Dört aydır 6 yaşıdaki oğlunu bile maddi sıkıntısından götürememişti. Bu yazıları okuyan bir hayır sever 🙏🏻 biletler için sponsor olmuştu. Her türlü maddi sıkıntısı için destek olmaya da devam ediyor.

Türkiye’de Kadın ailesinden maddi manevi destek alamasa da, evlenip çoluk çocuğa karışsa da baskı alabiliyor.

Sevgili Sumeyra canım arkadaşım,

Hayat senin hayatın. Yaşadıklarını idrak edemiyoruz. Belli ki en yakınların da etmek istemiyorlar.. Eşin ile vefa yamaçlarında geziniyor, gün sayıyorsunuz. Evlatlarınla doğru yolda ilerlemeye devam etmeniz için dua etmekten başka bişey gel(m)iyor elimden.

Eğer istersem, Avrupa’da iken çocuklarına oyuncak yollayabilirim.

Evinin ihtiyacı olan bal, yağ, pekmez, bakliyat satan bir KHK mağdurundan ürün alıp sana gönderebilirim.

Üç beş arkadaşa haber verip senin için aylık bir yardım sağlayabilirim.

Sosyal medyadan senin için yardım isteyebilirim. (Ses vereceklerinden Emin’im)

Bunlar bana düşenler..



Sana düşen ise iki çocuğunu toprağa veren yüreği yangın yerine dönen annenin dediği gibi... ‘Ağlamaman’ ve sana dayatmaya çalışılan mahalle baskısına yenik düşmeden dimdik ayakta durman..

https://twitter.com/kamphatiralarim/status/949530123065315329


Bak bu Kadın dile kolay iki çocuğunu kaybetti. Neden? Hakim ve savcılar senin eşin gibi suçsuz insanları cezaevinde tutarak vicdanlarını körelttiğinden. Adalet aradığımız yerde yapmaları gereken işleriyle ilgilenmeyen adaletsizler iki çocuğun katledilmesine göz yummuş oldu.

Polis, Hakim ve Savcılara giden Kadın netice alamıyor. Ailesi iki çocukla geri dönmesini kabul etmiyor. Mahalle baskısından şiddet gördüğü eşinden ayrılamıyor.. Olan geleceğimiz olan yavrularımıza oluyor..

Unutma sevgili Sumeyra.

Yarınlar senin ve çocuklarının..

Ailene Anne olarak sen sahip çıkacaksın...

Yavrularını güldürmek için ağlamayacaksın..