25 Şubat 2018 Pazar

AYNALAR

Kamptan ayrılırken son bir işim daha vardı yapmam gereken. Almam gereken küçük bir ödeme kalmıştı. Kamp yetkililerinden Jutta bir mesaj gönderdi. “Alacağınız için kampa gelebilir misiniz?” Beklenen gün geldi çattı. Ayaklarım geri geri gitse de kampa gidecektim.

Sabah, yola çıktığımda içimde bir daralma hissettim. Yolda yavaşça yürürken kampta geçirdiğim günleri düşündükçe içim daha da daraldı. Kamp yerine vardım. Etrafı izlemeye başladım. İçeri girerken ilk geldiğim günün ağırlığı düşmüştü yine üstüme… Bir yılımı geçirdiğim kampa girerken yine yoldaki anılar fırtınasının içinde kalmıştı gönlüm. Yavaşça içeri girdim. Yine Arap komşum yerleri paspaslıyordu. “Sıra ona gelmiş demek ki…” dedim içimden. Onu izleyerek yanından geçerken paspas yaptığım zamanlar geldi aklıma. Gönlümde bir daralma daha…  Paspas yapmak bir insana bu adar mı ağır gelir. Bana gelmişti…“Bereket versin ki kamp hayatım bitmişti.” Dedim içimden…


Herkese selam vermeden gitsem olmazdı. Oradaki insanlarda benimle aynı kaderi yaşıyorlardı. Hepsi ülkesini aynı sebeplerden olmasa da benzer sebeplerden terk etmek zorunda kalmış, burada mülteci kampında hayatlarını idame ettirmeye çalışıyorlardı. Afgan, Pakistanlı, Arap ve daha nice milletten insanlar. Tek tek selam verdim. Gözlerindeki sevinci görmek bir an olsun beni mutlu etti. Bir yılım bu insanlarla geçmişti sonuçta. Elemi gitmişti bir nevi lezzeti kalmıştı.  Çamaşır makinesinin olduğu yerden yürümeye devam ettim.  Afgan Kadınlar yine sıra kavgası yapıyordu. Sanki makine, bir yıkamadan sonra ellerinden alınacakmış gibi tartışırlardı her defasında.

Ben yürümeye devam ettim. Jutta’nın odasına geldiğimde selam verip içeri girdim. 10 dakika süren işlem sonrası kamptan kendimi son kez dışarı attım. Rüzgârın da verdiği destekle hızlıca oradan uzaklaştım. Özgürlük… Nefesimde uzun bir soluk olmuş beni geleceğe sürüklüyordu.

Peki, gelecekte ne vardı?

Gelecek gizemli bir zaman dilimi insanoğlu için. Tolstoy’un da dediği gibi insana yarını verilmemişti. Ne olabilirdi gelecekte? Ancak düşüncede kalmış olan şeylerle tahminde bulunur insanoğlu. Bazen ümit aşılar bu düşünce insana bazense evham yüklü bulutları taşır gökyüzüne. Peki, kamptan son kez ayrıldığımda benim gelecek tasavvurumda ne vardı?
   
Sanırım sadece kocaman bir yüzleşme! Kendimle yüzleşme… Yüzyıllardır insanoğlunun kullandığı bir materyalle olacaktı tabi ki… Ayna... “Ayna ayna söyle bana kimim ben” diyecektim. Aynalar yalan söylemezdi. Bundan belki de kamptan çıktığımdan beri aynalara bakmaya başlamıştım. Her aynaya baktığımda ben vardım ayna da ve ayna bana beni anlatıyordu sanki. Bazen aynalara öyle dalıyordum ki çocuklarımın dikkatini çekmiş bu. Ben aynaya bakarken çocuklar gelip komiklik yapıp gidiyorlardı. Demek ki onlardan şimdilik yardım isteyemeyecektim. Yüzleşme benden bana olacaktı. Evet, insanın yapacağı en zor şey ne dediklerinde “kendisi ile yüzleşmesi” demiş erenler… Aynalar bana olduğum gibi beni anlatıyordu. Artık hakikati anlamaya başlamıştım ve bu beni ürkütüyordu.

Aynalara bakarken neler geçmedi ki aklımdan, gönlümden… İnsanın kendisi ile yüzleşmesi gerçekten zormuş derken kelimeler dökülmeye başlamıştı dudaklarımdan…

- Bir despot rejimin acımasız çarkları arasında yitip giden hayat hikâyeleri... Canların pazara çıktığı ve sefirleştirdiği hikâyeler...

-Artık birlikte yürüdüğümüz arkadaşlarımızın sessizliği yüzünden önümü de göremez haldeyim.

-Her yerden Soykırım haberi geliyor. Bitecek diye beklediğimiz zulüm artarak devam ediyor. Önüne geleni yutuyor da yutuyor…

-Biz bize düşeni ağır aksak, kırık dökük, azdan çoktan ama tamamen plansız bir şekilde yürütmeye gayret ediyoruz...

-Bu haliyle düşmanı kendimize güldürdüğümüzü bilsem de elimden ne geliyorsa yapma gayretinde ilerleyeceğimi bir grup gönüllü ile ilerleyeceğimizi biliyorum.

-Orda bir zulüm var uzakta ve bizler Özgürlüğün sarhoşluğunda kalamayız.

-Biz okurken dayanamayıp artık twitterda takip etmeyeceğim kararı alıyoruz.

-Ne hayatlar var. Değil cezaevine girip İşkence görmek hayatta kalma mücadelesi ile pençeleşirken evlatlarını da düşünmek zorunda kalıyor. Can veriyorlar. Ailecek inim inim inliyor ve bu halde bile duruşlarından taviz vermiyorlar...

-Ve biz özgürlüğü tadan talihliler! Ardından baktığım aynalar bana bu düşünceleri haykırdıkça dayanılmaz bir hal alan ruhumun ızdırabı bir dağ başına çıkmak ve avazı çıktığı kadar hakikati haykırmam gerektiğini söylüyordu. Üstad Necip Fazıl;
“Beklemeyin gelemiyorum
Aynalar yolumu kesti derken ki ızdırabını şimdi daha iyi anlıyordum.

- Talihli olduğumuz için değil talihsizce nasibin keyfimize dokunmasınlar kısmında olduğumuz için  aynalarda kendimizle yüzleşmeliyiz… Başkasına değil kendimize yanmalı ve mümkünse kendimize ağlamalıyız...



Gibi birbirinden bağımsız cümleler dökülürken ağzımdan bir yandan kendimle yüzleştiğimi anladım. Zordu… Ama yapmaya devam etmeliydim. Gelecek elbet bir gün gelecekti. Ama ben kim olduğuma karar vermeliydim. 

19 Şubat 2018 Pazartesi

EY AHALİ! Duyduk Duymadık Demeyin..

Türkiye’deki arkadaşlarınız çöpten yiyecek topluyor.

Hamile Bayanlar  kontrol için hastaneye bile gidemiyor ve  sonunda doğum evde gerçekleşiyor..

Elektrik faturasını ödemedikleri için karanlıkta kalıyorlar.

Uyuşturucu verilerek itirafçı olmaya zorlanırken, cinnet geçiriyorlar.

Bunlar sadece birkaç örnek..

dahası ve en acısı Meriç..

Meriçte Rabbimiz’e Canlar sunuyoruz.

Geride Kalanlar

Türkiye’de yaşananlar sanki bir üvey Anne hikayesi..

Ya da biz tatlı elmalarla bir cadı tarafından kandırıldık.

Şimdilerde kardeşlerimiz öz vatanlarında esir edildiler ve tüm kapılar kapalı.

Biz özvatanımıza giremiyoruz onlar da çıkamıyorlar.. Ara geçişlerde canımızdan Canlar gidiyor.

Ellerini uzatsalar da ellerimiz ellerine değmiyor.

Çaresizce seyrediyoruz.

İnandığım, ümid ettiğim tek bir şey daim kulaklarım da çınlıyor çınlıyor..

“Bu işi Allah Bitirecek”

amma..

Çetin imtihan olduğumuz şu günlerde payımıza düşenler var. Rahata erdiğimiz ve içimizden ancak %10 ununa nasip olan 🗽 Özgürlük bizi nedense hür düşünceye sevketmiyor. İradenin hakkı yardım etmenin yollarını aramakla başlıyor.

Adam arıyorum.. Sesime sesler geliyor.

15 Şubat 2018 Perşembe

Aslan Babam!

Abdülkadir...

Yolculuk boyunca çok yorulsada O da bu yolculuğa çıkan her çocuk gibi Anne ve Babası tarafından bir oyun oynadıklarını ve pes etmezler ise kazanacaklarını sanıyordu.

Hatta kocaman güçlü babaları yanlarında iken onlara kimse bişey yapamazdı.. Baba demek güven demekti.

Bu Çalmayan Hırsız& Kötü Polis oyunu idi.

Anne ve Baba ne kadar tedirgin olsa da yol boyunca çocuklarına teskin ediyor ve çıkılan yolu başkalaştırıp oyuna dönüştürüyorlardı..

Peki sonunda ne oldu?

Kimi, yakalanacağını hissedince tekrar aynı işkenceleri yaşamamak İçin Meriç’e attı kendini...
Geride bıraktıkları oğulları Annelerine dönüp ‘babam kazanacak değil mi Anne’ dedi? mahsunca, masumca.. 70 gün haber alamadıkları babalarını bekledi evlatlar. Eşleri ölmedi diye kendilerini avuttu. Vefat haberiyle düştükleri dipsiz kuyudan artık kurtarılmayı beklemiyor ve istemiyorlar..

Kimi, babalarıyla birlikte Meriç’in azgın sularında kayboldular.. Oyun bitti. Ve biz bir ölüm haberine sevindik. Anne ve iki çocuk ölürken iki gün sonra gelen Babanın vefat haberi belli etmesek de içten içe yüreğimize su serpti. Babanın geride kalması acımıza acı katardı. Baba o halde nasıl yaşardı? Bir ailenin Şehadetine biz de şehadet ettik. Şahit olduk.

Kimileri eşleri tarafından evlatlarından koparıldı. İhbarla tehdit edildiler.. Çocuklar Avrupa’ya geçmek zorunda kalan babalarına ‘Babamm’ yazılı fotoğraflar gönderdiler. Hasretler nefretlere karıştı.. Zihinler geçmişe takıldı..

Kiminin babası, gördüğü zulüm sonrası evladının kolunda can verdi.

Kimi her görüş günü Kanser oğlunun kötü haberi mi geldi diye tirtir titredi..

Kimin evlatları engelli idi ve görüşe gidemedi. Yıl oldu çocuklarını göremediler.

Babalar kocaman yüreklerine taş değil Kaya bastılar..

Babalar ve evlatları..

Tıpkı Kadınlar gibi zulüm yaşadılar.

Yaşanmayası ne varsa tattılar..

Ey gece karar kararabildiğin kadar diye rüzgarı arkama alıp yürüsem de ...

Son bir damla olması ümidiyle yaşıyorum.

Gözlerim yanıyor. Gönlüm mahvolmanın eşiğinde..

Deveran dönsün diye seyeran ediyorum.




12 Şubat 2018 Pazartesi

Yoktur Onların Mezar Taşları

Ölmeden dakikalar önce abdest alırlar.. Kıyam ki, varacakları yere tek hazırlıklarıdır.

Dünyadakiler O’nu kaybederler. Canları dünya ve ahiret arasında köprü gibidir, paratonerdirler.

Onlar ise İbret-i Alemdirler. Sessizce, sedasızca, usulca gömülürler..

Toprak onları sıra bende Eda’sıyla derununa buyur ederken dost sinelerde de derinleşir, gönüllerde yer ederler.

Geride kalan bizler de;

Dillerde Yasindir en azından birer Fatihadır.. 🙏🏻
Sabırdır,
Gözler de dalıp gitmedir.
Nefesleri keserler.
Birden lezzetlerimizi acılaştırırlar..


Kazanmışlardır. Zira safları bellidir amma cenaze namazlarında o kadar az kişi vardır ki saflar bile sıklaşmaz.

Mezarlarının başında süslü bir taş yoktur. Tahtadandır mezar taşları.

En büyük sermayesi iman olan bu yolcuların bir de neticeleri vardır.

Babamın hayatı bitti fakat ‘Mücadelesi bitmedi’ diyen Eroğulu Er evlatlar.. Birileri isyan ederken en sevdiği babasını kaybettiği imtihanın ilk demlerinde istikametten milim şaşmayan evlatlar..

Bayrak yere düşmez dalgalanır.
Dalgalanan içimizde sona yaklaştığımıza (son zulüm ve bardağı taşıran son damla) dair ümittir.

.. dışımızda Haklı oluşumuzdan gelen dik duruşumuz!

11 Şubat 2018 Pazar

Yaşasın Diaspora..

En kolayı diaspora..

Kendimi Cumhuriyetin ilan edilip harf inkilabı ile Latin harflere bir gecede geçmiş Türkiye Cumhuriyeti dönemindeki insanlar gibi hissediyorum. Bir gece de cahil olmuşlar yeni düzene ayak uydurmak zorunda kalmışlardı..

Ben de kendimce karar verdim.

Evet evet karar verdim. Dil ile uğraşmayacağım. Yaşım da 40 zaten üç çocukla zihnim de almıyor.. Bahanem de hazır..

Türklere yakın bir yerde oturmak en iyisi.

Canım sıkıldıkça iki lafın belini kırmaya giderim. Hem çocuklar Türkiye yokluğunu hissetmez ve Türk çocuklarla kaynaşarak yalnızlık hissetmezler.

Hemen bir televizyon alıp Türk kanallarına erişmeliyim. Ben iş yaparken çocuk kanalları kurtarıcım olur. Ben de hakkım olan çok değil haftada bir diziyi izler stressiz yaşama yelken açarım.

Zaten Fatoş hanımın yemekleri de bir harika👌🏻👌🏻👌🏻 Ne zaman arasam buyur ediyor sağolsun.
Oturumum çıkmış devlet bize bakıyor. İş bulmak da zor. Kendi vatandaşları işsiz. Bana mı öğretmenlik yaptıracak.😏Dil öğrensem ne olacak?  Bir yıldır tarzanca ile hallettim. 60 yaşına kadar ne öğrenirsem artık..

Hem her buluşmamızda dua ediveriyoruz. Mağdurlardan bahsediyoruz. Bişey yapamıyoruz bari dua edelim diyor Fetihler okuyoruz.

Şimdi büyük düşünsen ne olacak? Dua zamanı. Elinden geldiğince dua etmek lazım.

Ama başkalarının derdiyle dertlenirken psikolojiyi de düşünmek lazım. Çok etkileniyor dayanamıyorsam kötü haberlere çok kulak kabartmamak lazım. Biz yeni ülkeye alışma dönemindeyiz.

Çocukların okulu, zoraki dil kursu, gelen misafirlere poğaça, börek derken günler hızlı akıp geçiyor..


Ne diyelim..

Hepimiz yurtdışında alışma dönemi yaşıyoruz.

Ayaklarımızın üstünde durmaya çalışıyoruz. Zaten süreç biter biz de döneriz burnumuzun direklerini sızlatan, buram buram tüten memleketimize..

Alamanyaya işçi olarak gelen Türkler çok haklı imiş. Büyük idealler Böyük adamların işi.

Yaşasın diaspora..



9 Şubat 2018 Cuma

Elin Oğlu Elon Musk

Elon Musk Salı günü kurmuş olduğu şirket SpaceX ile uzaya roket 🚀 fırlattı.
Haberi editörlüğünü yaptığım Yeni Hamle haber sitesine girerken çok heyecanlandım. Farklı bir haber giriyor olmanın her zaman böyle bir yanı oluyor. Özellikle insanların geleceğini etkileyen bu  haberler binde bir geliyor. https://twitter.com/yagizefe/status/960855716457152512

‘ABD merkezli uzay aracı ve roket üreticisi SpaceX şirketinin kurucusu Elon Musk'ın girişimiyle yapılan dünyanın en güçlü roketi Falcon Heavy, Florida eyaletindeki Kennedy Uzay Üssü'nden uzaya fırlatıldı. Rekor fırlatılışın en ilginç yanı ise uzaya gönderilen Tesla model otomobildi.’

Tweetler beni hayrete düşürdü. Çünkü bir kişi evet sadece bir kişi haberi rtweet yapmıştı. 😳

Whatsappta tam da aynı zaman dilimine gelen sıralar Avrupada bir mülteci kampında ölen polis memuru ile ilgili Bi konuşalım programından konuşmacıların duygulanma sahneleri geldi. İzlerken bir kere daha ağladım. Sonra düşündüm ki çok maharetli bir derdimiz var. Bizi ağlatıp ağlatıp rahatlatıyor. Biz derdimize dövünüp dövünüp yanarken dünyanın en önemli tarihi  olaylarından birinin gerçekleşmesi içimizde gündem bile olmuyor. Kampta hissettiğim ve tespit ettiğim en önemli duygulardan birisine buydu. Her odadan gelen müzik seslerinden ağıt ezgileri yankılanıyordu. Müslüman kültürüne yerleşmiş acıdan beslenme hali belimizi doğrultmamıza müsade etmiyor diye düşünüyordum. Bir müslümana nasılsın diye sorduğumda aldığım cevaplar üç aşağı beş yukarı aynı idi. Tekfir tekfir.. 💭 💭 🤔
Kampta ahvalimizin ne olacağını düşünmekten stres ve hüzün hali ile çepeçevre sarılmıştık hepimiz..

Geçmişle yüzleş, Ders al Geleceği Kurgula

Sonra farkettim ki hiçbirimizin vizyonu yok. Bireysel vizyon edinme noktasında sınıfta kalmış durumdayız. Kimse o polis memurunun ailesine ulaşmayı maddi manevi destek olmayı düşünmüyor da Miguel de Cervantes Saavedra’nın romanı ve aynı zamanda bu romandaki asıl şahsiyeti gibi yeldeğirmenine kılıç sallayan ⚔️ Don Kişot oluveriyor.

Hepimizin dilinde bunları reva görenleri affetmemek var. Neden? Çünkü geçmişte kalıyor, geleceği hep birlikte inşaa edemiyoruz.

Eğer bireysel olarak duyduğumuz her kötü olay için benim yapabileceğim neler var? Nasıl bir çare bulabilirim? diye düşünsek 🤔  etrafımızda da o dertle dertlenmişleri bulabilir, geçmişe gelecekle hep birlikte meydan okuyabiliriz.

Velhasılı kelam Elon Musk dünya tarihine geçecek olaylar zincirine imza atarken ‘ çok defa başarısız deneyimlerimiz var. Falcon Heavy’ nin üçte ikilik başarısı ile hiçbirşeyin imkansız olmadığını görmüş olduk’ diyor.

Hayallerinin peşinden giden 🌍 adına önemli adımları atan bu adam hepimize ilham vermeli🙏🏻

Belki büyük büyük adımlar atamayabiliriz. Çok mu zor? Mesela; İsveç’te spor yaparken insanlar artık çöp topluyor. Biz de derdimizi anlatmak için gittiğimiz ülkede çöp toplayabilir ve bunu da sosyal medyada ses getirmesi için kullanabiliriz..

https://twitter.com/dw_turkce/status/961837900445900800

Unutmayalım dertliyiz..

NASA da çalışan ve şimdiler de cezaevinde gün sayan  Serkan Gölgeyi unutmayalım.

Doç. Dr. Ahmet Turan Özcerit’in şimdilerde hastalıklarla boğuştuğunu unutmayalım.

İnadına daha çok okuyalım. Tarihe acılarımızla değil zihinsel ve bireysel emeklerimizle not düşelim.

Ya da boşverin evet evet boşverin ve bırakın dağınık kalsın.

6 Şubat 2018 Salı

Ümit ki En Çok Yakışandır Bize..

Izdırap dilemişti herbirimiz için Asrın hadimi..
Dert, hüzün ne ararsan ekildi herbirimizin yüreğine..

Izdırap oldu her yanımız. He işte tamam oldu..

Sadakat sınavından da alnımızın akıyla geçiyoruz. Sapasağlam, dimdik ve haram lokma yememiş olmanın manevi rahatlığı ile de sabit kademiz.

Kimimiz yurtiçinde kimimiz yurtdışında çille dönemindeyiz. Dilimiz döndüğünce kalbimiz yettiğince duadayız. Varsa verebileceğimiz üç beş kuruş onu da verebilmenin idrakindeyiz.

Tamam olmayan bişey var. Eksik olan..

Eleştirilerin hepsini alıp değerlendiriyor, geçmişle hepimiz yüzleşiyoruz.
Geçmişle yüzleşiyoruz tövbe kurnalarında arınıyor ve orda geçmişe bağlı kalakalıyoruz.

Birlikte geleceği inşaa edeceğiz. Evet. Hani nerde bizim planlarımız?

Keskin bir geçişle hayatın içinden bir yaşanmışlık paylaşayım:

Canım arkadaşım, sevdiğim ve vefalı bir güzel mesai arkadaşım bir yıl cezaevinde kaldıktan sonra serbest bırakılmıştı. Sevinmiştik. Üç çocuğuna kavuştu derken öğrendim ki artık akıl melekesini kullanamıyormuş. Arkadaşım cezaevinde ne yaşadı ise delirtmişler.

Duyunca ben de kendime gelemedim.

Hiç bir yere de gidemedim. ‘Dert çok hem dert yok’ dedim durdum. Ulaşmaya çalıştım. Ulaşamadım. Sonra binlercesi bu halde bu sadece benim duyduğum deyip tam arkaya atacak hayatıma kaldığım yerden devam edecektim ki olmadı. Arkaya atmadım, öne çektim. Karşıma oturttum. Konuştum onunla. Anlattım da anlattım. Saçlarını taradım, geçmiş güzel günlerimizden bahsettim. Sakin sakin dinledi beni. Arkadaşıma baktıkça, onunla yüzleştikçe içimdeki uçurumlar derinleşti.

Onu düşünürken zihnime misafir olan başka bir 💭 düşünce öbeği beni yine uyutmadı. Geleceğe dair fikirler üretmek 💡 çok mu zor. Yapılamaz mı?

Eleştirilerden ders çıkarıp aklın hakkı verilemez mi?

Anladım ki arkadaşım aklını yitirirken benden de bişeyler alıp götürüyor ama boş bakan gözleriyle de yardım bekliyordu. Kendime gelmeli, boş vermemeli idim. Çocukları ve eşi için yapmamız gereken bişeyler var..

Buna yoğunlaşmadığımız sürece ‘çözülürüz, dağılırız ve kendimize gelemeyiz’ diye düşündüm.

Önünü alamadığımız zulme karşı yapılması gerekenler nelerdir? Bana düşen nedir? Bize düşen nedir?

Ümit soluklayıp yarınlar bizimdir derken bu sorulara cevap aramazsak..

Çaresiz kalırız.
Ümitsiz kalırız.

Ümit de Çare de bizde.
Bu dönemde delirmek yüksek paye.

Ben ise şimdilerde geleceğe bakan ve Aklını Allah’a satabilen arıyorum..







4 Şubat 2018 Pazar

Sıfır Noktası

Gazeteci Adem Yavuz Arslan’ın röportajını okurken çok heyecanlandım. Tespitler çok duru bir aklın ürünü. Şu cümleler aldığım Notlar arasında;

Artık ‘necip Anadolu insanı’ gibi düşüncelerim yok. Malesef insanımız güce tapıyormuş ve düşene destek olmak yerine tekme atmayı tercih ediyormuş. Mesela memleketten başı sıkışan, hastası olan, iş arayan Ankara’da beni buluyordu. Elimden geldiğince herkese yardımcı olmuştum. Hastası olana doktor buldum, iş arayana yardımcı oldum, yolda kalana para verdim vs. Sonra ne oldu..

http://thecrcl.ca/cemaatin-en-buyuk-hatasi-devleti-ve-toplumu-taniyamamasiydi/

Sonra biz yapayalnız kaldık. Değer verdiğimiz ne varsa bir masanın üstündekilerin yekten bir kol işaretiyle devrilmesi gibi herşeyimizi o masada kaybettik.

Ülke değiştirdik. Issız kaldık. Sıfırdan başladık. Adapte olmaya çalışıyor ve çabalıyoruz.
Evlatlarımız bizim yaşadığımız yalnızlığı yaşamasın diye çile çekiyor ve çocuklarımızı yetiştiriyoruz. Hayat güzeldir filmini kendi hayatımızın filmi gibi oynuyoruz küçük sahnemizde.

Hepimiz Dil öğrenme gayreti içindeyiz. Travmalar eşiğinde kimimiz.. Kimimiz travmanın tam içinde. Sorguluyoruz. Laf dönüp dolaşıp Rahman’a bağlanıyor. Çünkü tüm yollarımız kapalı. Bir O nun yolu açık.
Hepimiz uçurumun kenarındayız.

Çok az kişi var yurtdışına çıkabilmiş. Hayatına kaldığı yerden devam ettiği zannedilen...

Hayır efendim öyle değil işte. Yurtdışında birileri kulaklarını tıkasa ‘duymasam kendimi iyi hissediyorum, duysam çok üzülüp kendime gelemiyorum’ dese de...

Herkes uçurumun kenarında! İmtihan bitmedi. Bir rüzgar savurabilir, bir söz, bir bakış mahvedebilir tüm kazancımızı.

Hepimiz kayıptayız.

Hepimiz dünyamızı kaybettik. Yeniden doğmuş gibiyiz.

Dünyaya tekrar gelsen bu hatayı yapar mıydın?

Kırk yaşında yeniden doğunca, sil baştan başlayınca da kolay olmuyormuş.

Kolay olmayan ne varsa Zihnime  üşüşüyor. Zihni’mi üşütüyor.

Bu soğuk atmosferde kendimi dünya çocuklarının el ele verdiği karede bir çocuk olarak görüyorum, dünya yuvarlak bende tüm çocuklar gibi dönüyor aynı noktaya geliyorum.

Vesselam..


1 Şubat 2018 Perşembe

İyiler Kazanır, Kötüler Kazanamaz!

Kampta her millet her Milliyet’ten insanla kaldım. En çok neyin sıkıntısını çektiniz? diye sorsalar vereceğim tek bir cevabım var. Bencillik..

Bir insanın kendine zulmetmesiyle başladı herşey. Kendinin olmayana ‘benim’ demesiyle devam etti. Zalim eliyle hayatlarımız bir yaprak gibi savruldu. Kendi mahallemin yangını büyüdü, büyüdü ve tüm dünyayı sardı.

Kendi hayatımın kahramanı olmayı bırakalı çok olsa da bazen kendimi ‘demiryolu çocukları’ romanındaki iyilik sever Roberta gibi hissediyorum. Bir genç kız olma yolunda kendini tanımaya çalışırken iyilik yaparak dünyayı tanıma çabası içindeki küçük Kız.

İlk kaldığımız kampta Mısır uyruklu nazik genç her gördüğünde muhakkak yer verir ve selam ederdi. Kendime mutfakta kahve hazırlarken bir tane de ona hazırlamak onun tevazusuna sunabildiğim tek erdemim oldu.

Çok çocuklu Nijeryalı Hristiyan kadınlar.. Puseti kolunda küçük bebeği var. Etrafında da 3 tane çocuk. O haliyle yemek almaya gidiyor. Pusetin kolundan tutup ‘bu benim’ deyip aldığım ve gideceği masaya götürdüğüm çok oldu. O kadına hiç kimse yardım etmezdi, insanlar sadece şaşkın şaşkın gözleriyle takip ediyor ve sanki akıl tutulması yaşıyorlardı.

Çocuklarımla Kök salmaya çalıştığım bu şehirde çocuklara öğretmeye çalıştığım tek şey yardımlaşma.. Paylaşırsak çoğalır, başkalarını hissedersek anlaşır ve anlaşılırız.

Bir sürü bencil insanla karşılaştık. Bizim ruhumuzu daraltan da bu bencil insanların ruhu oldu. Yaşadığımız yeri yaşanmaz kıldılar..

Biliyordum ve biliyorum dünya üzerinde gerçek derdi olan milyonlarca insan var. Kalbimin temiz kalması onları bulmam ve onlara el uzatabilmem ile doğru orantılı. İnsanlar ne kadar yardıma muhtaç
ise bize de onlara o kadar yardımcı olmak düşüyor.

İyi olursam ne değişir?

Küçük bir şehirde çocuklarıyla kalma hakkı kazanan bir Kadının varlığından haberi olan İnsanlar bu şehrin bencilliğin etkisinde olmadığını göstererek bize şehri genişletip yaşanacak bir yerde olduğumuzu göstermiş oldular.

Karşı komşumuz yaşlı teyze bizimle tanıştığında evine gidip kapıdan iki çift yün çorap 🧦 verdi. Biz ona bir kaç gün sonrasında Yaptığımız çorbadan ikram ettik. O bize elinde kocaman bir torba içinde beş büyük peluş oyuncak getirdi. Bir an çocuklarımla bu mahallede ölene kadar kalabileceğim hissine kapıldım.

Sevgili arkadaşım Kata Bangkok dönüşü arabanın arkasına römork takıp çamaşır makinemizi, dondurucumuzu, kitaplıklarımızı getirdi. Kata bu kadar işin arasında herbiri küçük birer kağıt poşetin içinde çocuklara küçük hediyeler de hazırlamıştı.

Bunları yaparken 55-60 yaşlarındaki Leo’da yanındaydı. Yardım etti. Makineyi bağladı. Biz işleri bitirirken çocuklar da ellerindeki envai çeşit küçük oyuncakları ile oynuyordu. İşleri bitip oturduğumuzda kahve içerken Leonun gözü kırık sandalyeye ilişti. Bana ‘bunu alıyorum. Tamir edeceğim’ dedi.


İyilik kahramanı olan bu insanlar herşeyin en iyisini hakediyor.

Ben de istiyorum.🙏🏻

İstediğim kötülük karşısında iyi kalmak, iyiliği çoğaltmak..

Çocukların da dediği gibi;

İyiler kazanır, Kötüler Kazanamaz..

Kazanmak istiyorum.